İMAM NİKAHI / DİNİ NİKAH
RESMİ NİKAH İKİLEMİ
Şimdi önemli bir konunun, “Nikah İkileminin” ortadan kaldırılması gereğinin ve böyle bir ikilemin gerek dinsel, gerekse bilimsel anlamda var olamayacağının izahına çalışalım:
Şunu hemen baştan belirtmek isterim ki;
Hiç kimsenin değerlerini kınamak gibi bir maksadım asla yoktur. Ama bizler, var olan bu ikilemi doğru anlamda mutlaka çözmeliyiz. Çünkü bu konudaki kavram kargaşası nedeniyle oluşan ikilem; nice yara, acı, ızdırap, çile, suiistimal, günah da dahil, daha nice olumsuzluklarımıza örtü oluşturmaktadır. İşte bu örtü kaldırılabilirse, yaraya neşter vurmak hem çok kolay olacak, hem de toplumsal uzlaşma ve bütünleşme bunun beraberinde gelecektir. Bu cümleden olarak;
Öncelikle dini nikah’ın şartlarının değil, nikahın dince farzlarının neler olduğu konusuna kısaca değinmenin daha doğru olacağı kanısındayım.
Bu tartışmaya girişmeden önce “şart ile farz” arasındaki farkı ve bunlarla oluşturulan kavram kargaşasına kısaca ışık tutmak doğru olacaktır.
Farz: Doğrudan doğruya Allah’ü Teala’nın açıkça yapılmasını emrettiği şeylerdir.
Şart: Lazım, lüzum, gereklilik gibi, örneğin: “Falanca yere rahat gidebilmeniz için arabayla gitmeniz şart.” demek gibi bir şeydir.
“Şart daha çok eşyanın tabiatıyla ilgilidir.”
Konuya buradan bakınca, din çerçevesinde oluşturulan şartlara, farz anlamı yüklemenin, ileride izahına çalışacak olduğum; “sabır - tahammül” bağlamındaki açıklamalarımla aynı mahiyette olduğu görülecektir.
Konunun daha iyi anlaşılması için buraya şunu eklemek isterim ki:
“Haccın farzları” demek başka bir şey, “haccın şartları” demek başka bir şeydir. Durum bu olunca, filanca zamanda o günün koşullarına yani şartlarına göre: “Yanında bir mahremi bulunmayan, yani ebediyen nikahlanamayacağı bir erkek bulunmayan bir hanım bu şartlar altında hacca gidemez.” şeklinde getirilmiş olan bir kural, günümüz şartlarında, “Kadınların hacca gitme şartları bunlardır.” diye dayatılır ve “Kadınlar yalnız başlarına hacc’a gidemez.” denilirse ne derece isabet edilmiş olunur?
Halbuki günümüzdeki şartlar, o güne göre olumlu yönde çok değişmiş olduğu açıktır. Falanca zamanın şartlarını bu güne dayatmak kesinlikle yanlıştır. Ayrıca yukarıda da değindiğimiz gibi şart olan şey farz demek olmayıp, zamana göre değişkenlik gösterir.
Nitekim durum bu olduğu halde, dediğimizin aksini, yani filanca zamanın şartlarını bugüne dayatan pek çoktur. Üstelik bu dayatma dinsel ve değişmez bir kuralmışçasına yapılmaktadır. Halbuki izah edildiği üzere farz din kuralı olup değişmez. Şart ise din kuralı olmayıp değişkenlik gösterir.
Bu dayatmayı yapan çevrelerden işin bilincinde olmayanlara fazla bir diyeceğimiz yoktur. Onlara sadece, “içtenlikle işin bilincine varmalarını” söylemekle yetineceğiz. İşin bilincinde olup da, kasıtla hareket edenlere ise sadece ; “Sizleri Allah ıslah etsin.” diyeceğiz…!
Konu ettiğim bu durumu, gerek samimi gerekse art niyetli çevreler bilerek ya da bilmeyerek fi tarihinden kalma şartları günümüze dinmiş gibi dayatıyorlar. Bu yetmiyormuş gibi bazen de farzların arkasına faullü biçimde dolanıp, onları iptal etme yolunu bile seçebiliyorlar. Bu hususlar iyi düşünülmelidir! Örneğin: nikah konusu…
İşte kavram karmaşamız. İşte anlamlarda anlaşamayışımız. İşte dinimizi örfe bulayıp, gelenekselleştirişimiz. Bu yolla O’nu dinamik durumundan çıkarıp donuklaştırışımız…
Böyle yaparak: “Dinimize sımsıkı sarılacağız.” sananlar dinimizden yani kitabımızdan uzaklaşıyor olduklarını iyi bilsinler!
* * * * * * * * * * * *
“Farz’ın” ne demek olduğu daha anlaşılır bir hal aldığına göre şunu hemen eklemeliyim ki:
Bahsedeceğim bu farzlar, imam nikahının farzları değildir. Başta Kuran olmak üzere; dinimizin hiçbir kaynağında imam nikahı diye bir kavram yoktur. Ayrıca, nikahı imamların kıyacağı yönünde de herhangi bir kayıt bulunmamaktadır.
Kaldı ki, dinimize göre imamlık diye bir meslek de yoktur. Özellikle namaz kılacak olan cemaate imamlık yapmak Allah rızası için yapılır. Bunu da namaz kılmaya muktedir olan her Müslüman yapabilir.
Dolayısıyla imamlık: Cemaate namaz kıldırmaktan ibarettir. Fakat Müslüman halkın, ya da halkı adına devletin, namaz kıldırmaya ehil kişilerle camilerde sürekli veya geçici olarak namaz kıldırması için anlaşmasında, onları görevlendirip belirli bir ücret vermesinde herhangi bir sakınca da yoktur. Bu noktada aklıma gelmişken hemen şunu belirtmek isterim ki; kendilerine “hoca” denilmesi, imamlık vasıf ve vazifeleriyle ilgili olmayıp, öğreticilik de yapıyor olmaları nedeniyledir.
Dolayısıyla; “Hoca camide…! Ben hoca değilim.” gibi şeyler söylemek kavram karmaşalarımızla oluşan bir abesle iştigal halidir. Konuyu ya da sözcüklerin anlamlarını doğru dürüst bilmemek meselesidir.
Çünkü hocalık: Öğreticiliktir, eğiticiliktir, ustalıktır, öncülüktür, önderliktir. Şahsen kendime; öğretmen olmam nedeniyle “hocam” denilmesi yegane onurumdur. Ayrıca bana bu şekilde hitap edilmesini de çok severim.
Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için yukarıdaki açıklamaları yaptıktan sonra; artık “imam nikahı” konusuna yeniden dönebiliriz.
Tarihimizde zaman zaman, belki de çoğu vakit; İmamlık yapmakta olan kişilere nikah kıyma görevi de verilmiştir. Ama bu görev dinsel anlamda bir görev olmayıp, hukuki, örfi, yasal ve idari anlamda bir görevlendirmedir. Bu görevlendirmeye “izinname” denilir. Bu izinnamenin uygulanışı şöyledir:
Osmanlı döneminde, hem nikahı kıyma, hem de boşanmanın oluştuğuna karar verme yetkisi kadılıklarda yani mahkemelerdeydi. Nitekim işbu nikah yapma yetkisi onlara, devlet tarafından tanınmıştı. Onları görevlendiren devlet idi. Zaten bundan doğal bir şey de olamaz…
Bu görevin en önemli ayağını, yapılmış olan “nikahların kayıt altına alınması” teşkil ediyordu. Aksini zannetmek; tarihin kaydettiği en arşivci, yani her şeyi kayıt altına alıp muhafaza edici devletini, vatandaşlarının nesebini yani babadan devam eden soy kütüğünü tutmadığını iddia etmiş oluruz… Bu iddia ise saçmalığın daniskası olur.
O günün şartlarında kasaba ve köylere gidilip gelinmesi elbette günümüz şartlarından daha zordu. Bu durumda kadılıklar, nikah konusunda imamlara yetki ve izin verdiler. Bu yetki ya da iznin imamlara verilmesinin nedeni, onların okuryazar olması, nikahla ilgili yapılacak olan kayıtları yani nikah katipliğini becerebilecek konumda olmalarıdır. Ayrıca o günün şartlarında köylerde, imamlardan başka okuryazar insan pek bulunmuyordu.
İmamların bu konumları nedeniyle nikah konusunun asıl yetkilisi durumundaki kadılıklar kendilerinden yardım ve hizmet almışlardır. Bunun için de imamlara nikah kıymak konusunda yetki vermişler, daha farklı bir ifadeyle onları izinlendirmişlerdir… Fakat bu izinlendirme daimi olmayıp geçici bir yetki ve izinlendirmedir. Asıl yetki her zaman kadılıklarda yani mahkemelerde olagelmiştir. İşte kadılarca imamlara geçici olarak tanınan bu yetkiye “izinname” denilmektedir.
Böyle bir yetkisi yani izni olan imam nikahı yapıyor, gidip kadılığa yazdırıyordu. Nitekim aynı işlemi günümüzde muhtarlık ve belediyeler yapıyor ve gidip nüfusa kayıt ettiriyor. Halk arasında bu kayıt ettirme işine bahse konu benzerlek nedeniyle hâlâ “izinname” dendiği unutulmamalıdır.
Buraya kısaca şu iki konuyu da eklemeliyim:
-Boşanma öyle; “Boş ol.!” demekle boşanılacak kadar kolay ve basit bir konu değildir. Aydınlatıcı olması bakımından ileride bu konuya da çok kısa olarak girilecektir.
-Ülkemizde çoğu insan “kadı”yı din adamı sanmaktadır. Halbuki yukarıda da değinildiği gibi, bu bir sanı olup, yanlıştır. Çünkü;
“Kadı: Yargıç.
Kadılık: Mahkeme.
Kada ya da Kaza: Yargı çevresi” demektir.
Halen kullanıyor olduğumuz “kaza” kelimesi de aynı şekilde “ilçe” demek olmayıp “yargı çevresi” demektir. Bu itibarla bir yönetim birimi demek olan, bir çok ilçenin halen kaza olmadığını belirtmek isterim. Çünkü yargı teşkilatları yoktur. Dolayısıyla sadece yönetim birimi demek olan ilçe durumundadırlar. Oralara kaza denilemez. Örneğin: İzmir’in Karşıyaka’sı hem ilçe, hem de kazadır. Buca’sı ise sadece ilçedir.
Bu açıklamalardan sonra şu husus unutulmamalıdır ki:
Nikah yapmaya izinnamesi bulunan bir imam, asli nikah memuru dahi değildi. Kendisine geçici olarak verilen izinname ile bir geçici vekalet görevi yürütüyordu. Yaptığı bu nikah kıyma işi ise dinsel bir görev olmayıp tamamen kamusaldı. Dolayısıyla “imam nikahı” denilen kavram, işte bu kısaca değindiğimiz uygulamadan vücut bulmuştur.
O gün için imamların, izinnamelerine dayanarak yapmış oldukları nikahlar, yasal ve hukuki kurallara uygun olmaktaydı. Çünkü kadılıklar kendilerine yetki vermişti. Bu yetki nedeniyle de nikahı kurallarına uygun biçimde kıyabiliyorlardı. Dolayısıyla kıydıkları nikah hem resmi, hem de dinsel açıdan geçerli birer nikahtı. İşin bir de şu yönü var ki; o zaman bile o nikah, “imam nikahı” değil, sadece nikahtı. Bu durumda, hele hele şimdi, üstelik de yetkileri olmadığı halde imamların “dini nikah” adı altında herhangi bir nikah kıymalarına olanak yoktur. Durum anlattığım gibi olunca; “imam nikahı” diye bir nikahın varlığından bahsetmek; bilimsel, hukuksal, dinsel, ahlaksal ve vs. açılardan imkansızdır. Bu yapılan şey nikah olmayıp dini kullanmaktır.
Şu halde bu kavram ve uygulama, ülkemizde sadece geleneksel olarak yaşayan, ancak ne toplum düzenimizle ne de dinimizle alakası bulunmayan, üstelik bir an önce ortadan kaldırılması gereken bir kavram ve uygulamadır.
“Nikah kavramı” tektir. Dinsel olmaktan ziyade evrenseldir. Fakat işin dinsel boyutları da yok değildir. Böyle bir boyutunun varlığı, “nikah kavramının” tekliği ile evrenselliğine bir halel (zarar) getirmez. Dolayısıyla “nikah kavramının” tekliği ve evrensel oluşunun doğru anlaşılması gereği ortadadır.Dinli dinsiz herkesin meşru nikahını kabul ettiğimiz halde, tutup bir de:
“O nikah onların dinine, bizimki de bizim dinimize göre oluyor.” diyerek niye kıvırtıyoruz ki…? Şimdi de “Gavur Nikahı - Müslüman Nikahı” mı çıktı ortaya….? Böyle bir düşünce, hiç sağlıklı bir düşünce olabilir mi?
Nikahı “resmi – dini” diye ikilemli bir hale getirmek bilimsel, mantıksal, dinsel ve toplumsal vs. tüm yönleriyle yanlıştır. Günümüz Türkiye’sinde hiçbir bakımdan farklı nikahlardan bahsetme olanağı yoktur.
Sadece resmi yani, yasal kanallardan yapılan nikahın dinimize de uygun olup olmadığını tartışmak imkan dahilindedir. Bu tartışma ve değerlendirme öncelikle inançsal açıdan yani Müslüman olanlar bakımından yapılmalıdır. Kamu düzenimiz açısından yapılacak tartışma ve değerlendirmeler ise; elbette herkesi ilgilendirir biçimde yapılmak durumundadır.
Konuya giriş yaparken de belirttiğim gibi; aynı zamanda dinimize de uygun bir nikahın şartlarına değil, Farzlarına bakmamız, farzların nelerden ibaret olduğunu belirlenmemiz gerekecektir:
Bu duruma göre nikahın ilk farzı:
-Evlenme çağına gelmiş, kadın/kız ve erkeğin bundan sonraki hayatlarını birlikte yaşama iradelerini gösteren, aleni, özgür, istek, irade ve beyanlarıyla kurulan, taraflara karşılıklı hak ve borçlar yükleyen, karşılıklı bir sözleşme olmasıdır.
-İkinci sırada ise bu akdin şahitlerinin bulunmasıdır.
-Diğer bir farzı ise erkek tarafından evlenecek olduğu kadına bir kısım uygun hediyeler vermesidir.
Buraya kadar saydığım nikah farzları konusunda ülkemizde tartışma yoktur. Bu sayılanlar hem dinimizde aranan farzlara, hem de yasalarımıza uygundur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder