15 Aralık 2010 Çarşamba

A- Görmezden Gelinen Nikah Farzı

A-    Görmezden Gelinen Nikah Farzı:

         Şimdi ise sıra, ülkemizde nikah ikilemini başlatan, diğer ve önemli farzı belirlemeye geldi. Belirlenmesi gereken nikah farzı, nikahın yazılması, tescili konusundadır. Bu farzın belirlenmesi, nikahın tescil edilip edilmeyeceği, yapılan nikahın tescil edilmesinin zorunlu olup olmadığı, bir başka deyişle; tescil edilmeyen nikahın dinimize / Kuran’a uygun bir nikah olup olmadığı konusunun bilinmesiyle alakalıdır. Yine bu farzın ne olduğu; Kuran’a uygun olmayan bir nikahın öncelikle bir Müslüman açısından nikah olup olmadığı, nikah tescil edilecekse nereye ve kim tarafından tescil edileceği konusunun tartışılmasıyla elde edilecek bir sonuçtur.
Günümüzde, sırf bir imam çağrılmak suretiyle güya “dini nikah” adıyla kıydırılan nikahın dinimize uygun olup olmadığı tartışmasına;
Bakara Suresi: 282. ayetine dayanarak başlamanın uygun olacağı kanısındayım. Bu ayet konuyla yakından alakalıdır. Din görevlilerimiz konu ayet için “Para alışverişiyle alakadır.”diyorlar. Bu belirleme mantık dışıdır.
Çünkü bu ayet hedefinin basit bir para alış verişine yönelik olduğunu, buna bağlı olarak da nikah gibi şümullü, karmaşık, insanlık tarihinin en temel bulgu ve değerlerinin başında gelen aile kurumunun kurucusu, taraflarına karşılıklı haklarla borçlar yükleyen ve kazandıran, temel bir sözleşme konumundaki nikah ile alakasız olduğunu söylemek doğru değildir.
Bu son cümlemin aksi savunulacak olursa; bunda ya bilgisizlik aranmalı, ya da art niyet… Nitekim durumumuz da tam böyledir.
Nikahın rızaya dayandığında, taraflara karşılıklı haklarla borçlar yüklediğinde, boşanma ihtimali olsa da ömür boyu sürdürmek şeklindeki bir irade beyanıyla süresiz süreli bir sözleşme olduğu hususunda gerek toplumumuzda ve gerekse bilisel çevrelerde ittifak vardır.
Bu ittifak, ilgili bilim dalının konuya dair  bulgularının da gereğidir. Öyleyse İşbu ittifak akil adamlarımızca acilen teyit edilmelidir.
Konunun anlaşılması ve çözümü bakımından bu teyit, yani doğrulama ve bu konuda fikir birliğine erişmek çok önemlidir. Bu fikir birliği sağlandıktan sonra, bahsini ettiğim Bakara suresi 282. ayetin hükmü bizi aydınlığa çıkaracaktır. Böylece halkımız, bilgilendirilmiş ve belirli bir bilince eriştirilmiş olacaktır. Daha kısa bir anlatımla; Bakara suresi 282.ayetinin nikahla kesinlikle alakalı olduğu bilinci toplumumuza yerleştirilmelidir.
Elbette her vatandaş resmi ve yasal uygulama gereği olarak nikahını tescil ettirmek durumundadır. Bunda tartışma yoktur. Ancak bu zorunluluk sadece yasal açıdan değildir. Bir Müslüman nikahını dinsel açıdan da tescil ettirmek zorunda olduğunu bilmelidir. Aksi halde yani tescili yapılmayan güya nikah, dinsel açıdan da nikah olmaz.
Ele alacağımız ayetin hükümleri, ülkemizde “imam nikahı” namıyla uygulama alanı bulan nikaha asla geçit vermez. İmam nikahının bu kitapta yakınma konusu yaptığımız biçimiyle uygulama alanı bulmuş olmasında elbette halkımızın kusuru azdır. Asıl kusur bilim adamlarındadır. Aydınlardadır. Kusurun daha büyüğü bu işin teşvikçilerindedir. “Olur.” verenlerindedir. Özellikle de “oluru” art niyetle verenlerdedir. Böyle olanlar hainlerin ta kendileridir. Ancak samimi yorumlara elbet diyeceğimiz bir şey yoktur.
Konu ayette yaklaşık olarak:Ey iman edenler! Belirlenmiş bir süre için birbirinize borçlandığınız vakit onu yazın. Bir katip onu aranızda adaletle yazsın. Hiçbir katip Allah’ın kendisine öğrettiği gibi, durumu olduğu gibice yazmaktan geri durmasın; yazsın. Üzerinde hak olan kimse de yazdırsın. Rabbinden korksun ve borcunu asla eksik yazdırmasın. Şayet sefih, aklı zayıf veya kendisi söyleyip yazdıramayacak durumda ise, velisi adaletle yazdırsın.” …….. ”yazdırırken yanınızda rıza göstereceğiniz iki şahit bulundurun……..” denilmektedir.
Şu halde işbu ayet hükmünün, “nikah akdini” de, hatta daha ileri giderek özellikle “nikah akdini kapsadığını yani nikah akdine yönelik olduğunu” kabul etmemiz gerekecektir. Bunu kabul etmek ise; nikah akdinin dinimizce en önemli farzlarından birinin de “tescil” olduğunu ortaya çıkarır.
Bu durumda nikah akdinin yazılacağı yani şerh edileceği açıktır. Buradan hareketle şerh edilmeyen bir nikah akdinin her kim tarafından yapılırsa yapılsın sıhhatli ve dine uygun nikah olduğundan kuşku duymak gerekecektir. Tüm bu açıklamalardan sonra “imam nikahı” diye, sıhhatli bir nikahın bulunmadığı kabul edilmek zorunda kalınacaktır.
Bu zorunluluğu aynı ayet gereğince şöyle izah etmemiz mümkündür:
Dikkat edilirse ayet içeriğinde: “…….Bir katip onu aranızda adaletle yazsın. Hiçbir katip Allah’ın kendisine öğrettiği gibi yani durumu olduğu gibice yazmaktan geri durmasın; yazsın!…….” buyurulmaktadır.
Durum bu olduğuna göre, bu ayetin basit bir para alış verişiyle ilgili olduğunu sananlara, ya da iddia edenlere şunları  söylemek isterim ki:
Beyler kendi aranızda bir senet, bono çek ya da adi yazılı bir kağıt, bakkal kağıdı falan düzenleyin; yazıp imzalayın ve iş olup bitsin. Zaten hayatın olağanı da bu değil midir? O türden belgeler işinizi görmemekte midir.? Hani bir de “Söz senettir.” diyordunuz? Ne oldu? Diliniz mi tutuluyor? Böylesine basit bir para alış – verişi için aramızda adaletli bir katibe ne gerek var? Yukarıda saydığımız şekilde senetleri yapma olanağımız varken? O katibe ne gerek var.? Üstelik de işgüzar bir katibe.? Hem de durumu olduğu gibice yazacak bir katibe…? Üstelik de cebredici bir katibe…?! Ayette kendisi için: “…durmasın; yazsın!..” denilen bir katibe…? Sorarım ne ihtiyaç var…? Ne ihtiyaç var sizin aranızdaki üç kuruşluk alış veriş için böylesine donanımlı bir katibe..?
Aynı cümle içinde geçen birde, “katip Allah’ın kendisine öğrettiği gibi …….  yazsın”  ibaresi var…! Peki bu ibare nenin nesi? Yani Allah katibe ne öğretmiş ki? Katip öylece yazsınmış?
Şu halde öğretilen bir şey var. Acaba o ne olabilir…? Hiç düşündünüz mü? Bence bir düşünelim.! Önce öğretilenler konusunu düşünelim.; çünkü öğretilenler var! Bu öğretilenler vahiy alanlar mı yoksa? Bu soruya “hayır…!” cevabı vereceğimiz açıktır. Çünkü ayette tarif edilen katip, her hangi bir katiptir! Özel değil… Şu halde katibe öğretilen de özel olmamalı.! Ya ne olmalı? Bu öğretilenler olsa olsa nikaha ve ilgili hükümlere atıf olmalı.!
Yahu beyler, sizin tarif ettiğiniz o katibe, yani ortaya çıkıp kim kime ne verirse, o verilip alınan para borcunu zorla yazmaya kalkan bir katibe, “Deli derler.  be adam “deli…! 
Ayet hükmüne göre yazmak konusunda katip icbar ediliyor çünkü…! “Yazsın..” denildikten sonra, bir de “yazmaktan geri durmasın!” deniliyor!
Sen Ahmet’e üç kuruş para vermişsin, o katibe ne ? Ve ne gerek var öylesi bir katibe…? İşini çok da sağlama almak istiyorsan git notere! Dahası var borç verme olsun bitsin! E, durum bu; yukarıdaki ayette de bunlar deniyorsa o zaman ne olmuş oldu? Haşa! Allah, bizimle dalga mı geçiyor, yoksa abesle iştigal mi ediyor?Hiç böyle bir şey düşünülebilir mi? Asıl bunu böyle düşünen ve savunan milletle dalga geçmiş olmaz mı? Onu yanıltmış, bizzat kendisi abesle iştigal etmiş olmaz mı? Doğrusu; “Biz mi abesle iştigal edip, dinimizi suiistimal ediyoruz acaba?” diye düşünmemiz gerekmiyor mu.?
Bu soruların cevapları iyi düşünülmeli ve iyi verilmelidir. Yoksa durumumuz oldukça vahimdir. Artık bu aşamada dini nikahın, daha doğrusu dinimize yani Kuran’a uygun nikahın nasıl olup olmadığının tartışılması noktasına gelmiş bulunuyoruz. Nikahın yazılması  gerektiği bu açıklamalardan anlaşılmış, kabul edilmiş olmalıdır. Bu kabul üzerine, bu işlemi kimlerin yazacağı ve yazdıracağı konusunu artık tartışmaya başlamalıyız. Bir kere şunu iyi bilelim:
Beyler boş tartışmayı bırakalım! Konu edindiğimiz ayette sözü edilen katip, nikah katibinden yani nikah memurundan başkası değildir! Bunu unutmayalım. Ayrıca, ele aldığımız ayet hükmüne göre; Allah kimseyi böyle bir memuriyetle görevlendirmiş değildir. Bu görevlendirmeyi yapacak olan kamunun kendisinden başkası değildir. Zaten ayetten anlaşılan da odur; mantıklı olan da… Kaldı ki, gerek bu zamana dek, gerekse bu zaman içerisinde bu atamayı millet adına devlet yapa gelmiştir. Bu durum bizde de böyledir. Her devlette de böyledir. Kaldı ki en ilkel toplumda bile böyledir. Yani nikah memurunun atamasını ya da görevlendirmesini Allah değil, o milletin meşru ve yetkili organları yapar. Nitekim  yukarıda belirttiğimiz gibi ayetin hükmü de aynı yöndedir. Burada dikkat edilirse:
Bir katip (herhangi bir katip manasına) ibaresi mevcuttur. Bu ibare ise o katibin illa da imamlardan olması gerektiği yönünde bir anlam içermez. Böyle de anlaşılamaz. Sadece görevlendirilmiş bir katip onu yani nikahı adaletle yazacaktır.
Ey günümüzde imam nikahı yapanlar!  Peki sizin dini nikah dediğiniz şeyi hangi katip yazmaktadır?  Üstelik de adalet üzere yazmaktadır? İyi duyunuz! Yoksa sizler: “Biz nikahı yapıyoruz. Kiramen Katipleri de yazıyor. Ayette sözü geçen katipler de Kiramen Katipleri’dir.” mi diyorsunuz…?
Peki: “Kiramen Katipleri” diyorsanız yeniden şaşırdınız!
Peki Allah neden onları zikretmekten imtina etmiş olsun? Yoksa sizlerden mi çekinmektedir? Bütün bu soruların cevabı: Haşa, haşa, haşa’dır..! Yoksa siz: “Ayrıca bizde zaten, senet sepet yazıyoruz. Kadınların üzerine mehir yazıyoruz. Ayrıca tarla - takka falan da yazıyoruz.” mu diyorsunuz?
Biliniz ki; ayette bahsi geçen yazmak, sizin değiniz yazmaklar değildir.! Orada bahsi edilen yazılma, bizzat nikahın yazılmasıdır. Bunun da adaletle yazılmasıdır. Bu adaletle yazma ve yazılma konusunu, devletin yazmasından daha iyi yapabilecek bir katip yoktur.!
Yoksa sizler yediğiniz, yedirilmesine çanaklık ettiğiniz haramları işlediğiniz halde, kendinizi devletten, devletin nikah müessesesinden, bu müessesenin nikah katiplerinden daha adil olduğunuzu, daha adil yazdığınızı mı sanıyorsunuz? Zaten bu manada bir şey yazdığınız falan da yok...
Sadece yaptığınız işleri yazan bir çift Kiramen Katibi var; hepsi bu… Fakat sizin bu hareketinizi sağdaki katip mi yazıyor, yoksa solda ki mi? Bunu pek bilemiyorum. Onu ancak Allah ve o katipler biliyor! Fakat ben soldakilerin yazabileceği ihtimalini çok güçlü görüyorum. İşin doğrusu şudur:
Nikah sözleşmesi yazılacaktır. Bu yazma işini yetkili katipler yapacaktır. Yetkili katipler ise, nikah memurlarından başkası değildir. Başka bir deyişle, ayette sözü edilen katiplerin, hali hazır devletimizin görevlendirmiş olduğu nikah memurları olduğu muhakkaktır. Dolayısıyla nikah memurlarının da, milletin kendisini temsil eden yönetim organizasyonunca görevlendirilmiş olan nikah memurlardan başkası olmayacağı ortadadır.
Şu halde devletin görevlendirmiş olduğu katiplerce şerh edilmemiş olan bir nikahın dinimize uygun bir  nikah olamayacağı açıkça ortaya çıkmış durumdadır. Demek ki “dini nikah” dediğimiz nikah aslında, devletin ilgili memurlarınca evlendirme kütüğü ile nüfus kütüğüne adalete uygun biçimde yazılmış olanıdır. Yani sizin, “resmi nikah” dediğimiz nikahtır. Bu nikah adalet üzeredir. Çünkü onca insan bu nikahın hükümlerini kılı kırk yararak belirli kural ve yasaya bağlamıştır…
Bu durumda nikahın dinimize de uygun olabilmesi için yazılması zorunludur. Yazılan nikah ise, sizin “dini nikah” dediğiniz değil, resmi nikahtır. Durum böyle olanca, dini nikah, yani dinimize uygun olan nikah, “resmi nikah” dediğimiz nikahtır. Şu halde nikahı böyle resmi - dini diye ayırmak yersizdir.
Demek ki nikahı, ilgili nikah katibine yazdırmak dinimizce nikahın farzlarındandır. Bu katibe yazdırılmayan nikah, nikah da değildir; dini nikah da.. Resmi yollardan yapılan nikah bire bir Kuran’a uygundur. Gidip yeniden birde imam çağırıp nikah yaptırmaya gerek yoktur. Fakat dileyenin böyle bir eylemde bulunarak ayrıca bir dua almasında her hangi bir mahsur da yoktur. Lakin günümüz koşullarında resmi nikah memurunun nikah akdi sırasında sarf etmiş olduğu iyi niyet temennilerinin de bir nikah duası olduğu unutulmamalıdır.

*  *  *  *  *  *  *  *  *  *  *  *
Şerhi yapılmamış bir nikahı yaptıran yaptırıyor ama...
Ey bunu yapan kişiler! Sizler niçin yapıyorsunuz…? Şunu iyi biliniz ki şerhi yapılmayan bir nikah asla nikah olamaz. Böyle bir nikah dini de olamaz, Kuran’a uygun bir nikah da... Bunu iyi bilesiniz! Ve yine iyi  bilesiniz ki bu işin vebali çok ağırdır…! İleride de izah edeceğimiz üzere bu konu haramlık günahlık konusundan çok öte bir vebaldir. Çünkü bu vebal, işin günah boyutundan çok, itikat boyutuyla ilgilidir. Allah korusun; farkına varmadan insanı dinin dışına itebilecek bir vasıftadır. İşin şirkle, günah işlemekle, Allah’ı kendisine kılıf edinmekle, dini ve Allah’ı kendi çıkarına alet etmekle alakalı bir konudur. Bu konunun çok hassas bir konu olduğu herkesçe malumdur!
İşin bilincinde olmayıp samimi olanlara “Konuyu iyi düşünün.” diyeceğiz. Ama  yasal açıdan suçlu olduğunuzu hepiniz biliyor olmalısınız.
Ey imam nikahını kıyanlar! Sizlere samimi ve bilinçlendirmeye dönük birkaç uyarımız olacaktır:
Bu türden nikah yaptıranların şöyle veya böyle bir kısım art niyet ve yaptıkları bu işten çıkarları olduğu muhakkaktır. Fakat ben sizlerin çıkarlarınızı anlamakta güçlük çekiyorum.  Bir kere sizin elinize üç beş kuruş atıyorlarsa ki, bunu sanmıyorum. Atsalar bile sizlerin böyle üç beş kuruşa tav olacak kadar küçük olabileceğinizi hiç düşünemiyorum.
Aklıma gelen tek gerekçenizin, devletin resmi organlarınca yapılan nikahın yetersiz, dini farzlara uymadığını varsaymanız, yaptığınız bu nikahın nikah olacağına inanmanız, bir erkeğin birden fazla hanımla dinen nikahlanabileceğini sanmanız, devletimizin vatandaşına haksızlık yaptığını düşünmeniz, devletin din devleti olmadığını varsaymanız, işin ardını önünü pek düşünmeden ve bu işe samimiyetiniz nedeniyle alet olduğunuzu sanıyorum.
Devletimizce yapılan, Kuran’a da tıpatıp uyan nikaha; “resmi nikah” deyip, onu da eksik, hatta bir hiç görmeniz ve olmadık yerlerde nikah, güya “dini nikah” aramanız bence oldukça yersiz bir arayıştır. Mesnetsizdir; dayanaksız ve beyhudedir. Şu halde Nikah tektir. Dinsel olmaktan ziyade evrenseldir. Kamusaldır.
Öyle ise; “dini nikah - resmi nikah” ayrımının ne bir faydası, ne bir gerekliliği, ne de dinsel ve hukuksal bir geçerliliği vardır. Şu halde nikah; sadece ve sadece: “nikahtır”. O’na sadece “Nikah” demekten başka çaremiz yoktur. O da ilgili   organlarca yapılan nikahtır. Nikahın resmisi, dinisi olmaz. Olur diyenler  Tebbet / Mesed Suresine baksınlar:
“...... O, (Ebu Leheb) alevli bir ateşte yanacak. ...... karısı da…!”
Elbette buradaki konumuz; Ebu Leheb ile karısının yanması değildir.
Konumuz, Ebu Leheb iman etmediği, evliliği de Kuran’dan önce olduğu halde Kuran’ın onların bu evliliğini resmen tanıyor ve “karısı “ diye anıyor olması hadisesidir. Yahu diyorsunuz ki:
Onların nikahı kendilerine göre….?” İyi ama, hiç olur mu öyle…? Peki Kuran niye tanıyor böyle…? Tanımasın madem, git de söyle! Ama ne yapacaksın ki ? Baksana; tanımış işte.!
Demek ki nikahın İslam-isi, Hıristiyan-isi yani dinisi veya resmisi olmuyor. Nikah, dini olmaktan ziyade evrensel oluyor efendim evrensel..! Ve de asıl önemlisi toplumsal… Ha, daha ikna olmadınız mı?

Alın o vakit Peygamber Efendimizi ele:
Efendimiz, Hatice validemiz ile, kendisine peygamberlik gelmezden 15 yıl önce ve henüz kendileri 25 yaşlarındayken evlendiler! Biliyorsunuz ki o zaman ortada Muhammed-i din anlamındaki İslam henüz yoktu…! Peki hangi dinin nikahına göre evlenmişlerdi? Sakin ola şirk dini üzerine falan demeyin! Büyük vebal alırsınız… Ayrıca size kargalar dahi güler!
Peki bu evliliğe olmadı diyen var mı?
Elbet hepiniz biliyorsunuz ki; el cevap: Yok…!
Peki bu evlilik hakkında, Efendimize Peygamberlik geldikten sonra, bir nikah yenilemesi yapıldı mı…? Tabii ki; “Hayır!”
Peki nasıl oldu bu iş.? Vallahi; benim dediklerim kabul edilmeden, sizin dediklerinizle bu işin içinden ben de çıkamıyorum.!
 İlla da  dini nikah olmadan, olmaz…!” diyenler, kendileri çıksın bu işin içinden! Benden pes.!Böyle bir ayrım; ne dinimize, ne yasalarımıza ne de insanlığın evrensel ölçütlerine sığmamaktadır. Bu konuyu böylece anlamak ve böylece halletmek zorundayız. Nikah ikilemini de bu şekilde bitirmeliyiz. Çünkü; “Mızrak çuvalı delip çıkıyor!
Bu arada kendi tezimin doğruluğu açısından hemen şu hususu eklemeliyim ki, Mekke’de inen ayetler çoklukla dinin inanç kısmıyla, Medine’de inen ayetlerse ibadet / eylem kısmıyla alakalıdır. Bu duruma göre Ebu Leheb’in karısını resmen tanıyan sure Mekke’de, Bakara Suresi içindeki nikaha dair ayetler Hatice Validemizin ölümünden sonra Medine’de inzal olan ayetlerdendir! (Bakara 282. ayet de…) Yani nikahın yazılması hükmü, dinin / Kuran’ın  sonradan inzal olan hükümlerindendir…
Dolayısıyla Kuran takipçileri artık, nikah evrensel olmakla birlikte Kuran’a uyumlu davranabilmek adına, nikahlarını gidip nikah katibine yazdırmak zorundadırlar. Yazdırmazlarsa  Kuran’da emredilen bir farzı yerine getirmemiş olurlar. Nikahları yasalarımıza da Kuran’a da aykırı olur.
Sonuç olarak da nikahları nikah olmaz. Yani o “imam nikahı” dediğiniz, resmi şerhini yaptırmadığınız halde  imama yaptırdığınız şey, asla nikah falan olmaz!
Kuran’ın bir harfini bile inkar edenin kafir olacağı gerçeği karşısında, Bakara Suresinin ilgili hükümlerini inkar eden, Allah muhafaza kafir olabilir. Lakin yerine getirmeyen sadece günahkar olur. Tabii ki ihlas ile yapılan farklı yorum müstesnadır.
Onun için imamın kıydığı nikaha güvenip de “Benim nikahım var.” falan sanmayın. Durumunuzu yeniden gözden geçirin. Gidin nikahlarınızı yazdırın…! Çünkü nikah sonradan yazılmakla tamamlanır. Eksik olan farzı yerine getirilmiş olur.
Nikahınızı yazdırma işini yapmıyorsanız, hiç olmazsa nikahsız olduğunuz hakkında şüphe duyun. Yaptığınız işin yanlışlığını fark edin! Böyle yaparsanız, yaptığınız işe Allah’ı alet etmemiş, O’nun arkasına saklanmamış olursunuz. Bunu fark edince, ister istemez Allah’tan af dilersiniz! Allah da, bu pişmanlığınız nedeniyle sizleri inşallah affeder! Yoksa gafil davranır af trenini kaçırırsınız! Nikahınızı yazdırmadığınız halde; “Nikahımız var diye güvenip direnmeyin.!
Anlattığımız biçimde yazılmadan oluşturulan nikahın; “dini nikah” falan olamayacağı gibi hiçbir şekilde nikah falan olamayacağı açıklık kazanmıştır. Kimse kendisini veya başkalarını bilerek ya da bilmeyerek, bilinçli veya bilinçsiz boşuna kandırmasın! Aslında bu soruya yahut soruna aynı ayetin devamı cevap vermekte, çözüm   getirmektedir.
Saf dinsel duygularıyla hareket edenlerin bu nokta da bir kusurları yoktur. Onlar yanıltılmış durumdadırlar.
Ancak sorumlu oldukları bir husus var ki: O da akıllarıdır. Akıllarını kullanmayışlarıdır. Kuran işin bu cephesine, daha doğrucası: “Aklın işlevsel kullanımı” cephesine çok vurgu yapar. O yüzden lütfen aklınızı kullanınız.
Cenab-ı Allah, Yunus suresi 100. ayette:
“Allah pisliği akıllarını kullanmayanların üzerine yağdırır.” Buyurmaktadır; bunu asla unutmayın. Aklınızı kullanın. Böylece bu bataktan çıkın!                
Ayetin devamına baktığımızda, anlattığımız bu görüşleri teyit edecek bir çok unsurun var olduğunu görmekteyiz. Bu unsurlardan birisi de, nikah ile borç altına giren ve aynı zamanda alacak hakkına sahip olanların yani evlenen tarafların durumuyla ilgili olan bölümdür. Ve ayette devamla:
 “…….Üzerinde hak olan kimse de yazdırsın. Rabb’inden korksun ve borcunu asla eksik yazdırmasın. Şayet sefih veya aklı zayıf veya kendisi söyleyip yazdıramayacak durumda ise, velisi adaletle yazdırsın.” ……..”
Peki Beyler! Ayetin devam eden bu bölümü kime, ne söylüyor? Burada bahsedilen “eksik yazdırmama” hadisesi, nikahın taraflarının, yani evlenen kişilerin yaşadıkları toplum içinde evlenmekle elde edecekleri hakların tam olarak yazdırılıp, yazdırılmama meselesi değil mi? Peki bu haklar ilgili katipçe, yani o toplumun yöneticisi konumundaki erkin atadığı nikah katiplerinin yaptığı nikahın şerhi, yani yazılması ile kazanılan haklar değil mi? Nikah, ilgili nikah katibince yazılmamış olursa, bahse konu haklar bakımından burada bahsi geçen “taraf haklarının eksik yazımı” gerçekleşmiş olmuyor mu? Öyle ya, güya imam nikahı dediğiniz nikahta bahse konu haklar nasıl korunmuş olmaktadır? Buradaki anlam açık değil mi? Yani tescilsiz nikahın hakları tam olarak yazan bir nikah olmadığından öte, tamamen yazılmamış bir nikah olmakla önemli bir farziyetinin eksik olduğu, böylece de o nikahın nihah olmaktan çıktığı gayet açık değil mi? Ayrıca ele aldığımız ayetin ilgili bölümü Bir sözleşmenin taraflarına (nikah akdinin taraflarına), bir emir yöneltmiyor mu.? “Yöneltmiyor” diyorsanız bir diyeceğim yok. Dememe de lüzum yok.
Çünkü zaten cümlenin yani ayetin devamında; Cenabı Allah diyeceğini diyor..! Ne diyor efendim?
“Rabb’inden korksun ve borcunu asla eksik yazdırmasın.” 
Oldu mu? Anlaşıldı mı?
Siz Kuran’ın Türkçe’sini okumayın, anlayamazsınız... Üstelik öyle hatim falan da olmaz. Yine en iyisi Kuran’ı Arapça okuyun.” diyenlerin kulakları çınlasın.! Siz ne derseniz deyin! Ben anladım ve böylece de anladım! Bu durumu art niyetsiz okuyucu da elbette anlayacaktır. Siz daha hala;
Ben anlamam da anlamam. ..
Benim bildiğim bildik…. Dediğim dedik….
Çaldığım düdük ve de odunum odun….” diyenlere artık söyleyeceğim fazla bir şey yok. Onlar Allah’ın ilahi kanunları gereği olarak; bu ayetle tehdit edildikleri korkuyu ya da, korkulu günü de bekleyedursunlar! Artık ben ne diyeyim ki.!

*  *  *  *  *  *  *  *  *  *  *  *
Lakin anlamış olanlara söyleyeceğim çok şey var. Onları dilimin döndüğünce ve elimden geldiğince söylemeye çalışacağım: Neymiş efendim? Taraflar da ayrıca bu nikah akdini yazdırmakla mükellefmiş, sorumluymuş. Demek ki, sorumluluk iki tarafa da yüklenmişmiş. Yani hem evlenen her iki eşe, hem de katibe, nikah memuruna, belediyeye ve köy muhtarına...
Üstelik, evlenen taraflar nikahı ilgili katibe yazdırmazlarsa, Rabb’lerinden  korkmalıymışlar. Hem de bırakın yazdırmayı, eksik de yazdırmamalıymışlar…!
Sefih, aklı zayıf veya kendisi söyleyip yazdıramayacak durumda olanlara (bu konudan bigane, bilinçsiz ve bilgisiz kalanlara) velileri, (daha geniş anlamda toplumun aydınları)  adalet üzere yazdıracakmış.
Bakınız ayetin devamı aynen: “….Şayet sefih veya aklı zayıf veya kendisi söyleyip yazdıramayacak durumda ise, velisi adaletle yazdırsın. ….” denilmektedir. Demek ki efendim, o kişinin veli ve yakınları, toplumun aydınları, ve üstelik tüm ilgili devlet kurum ve görevlileri dahi bu hususta sorumlu sayılmış. Çünkü burada sözü geçen, “sefih, aklı zayıf veya kendisi söyleyip yazdıramayacak durumda olanlar” ibaresini dar ve yanlış anlamamak gerekmektedir.
Kendine malik olamaz derecede malul ya da aklı zayıf olanlar zaten evlenemezler. Belirli bazı hastalıkları taşıyanlar da evlenemezler. Burada sözü edilen “sefih veya aklı zayıf” ibaresinin anlamını, yazdırma ve evlilik konusundaki bilgisi ve görgüsü zayıf olan insanlar yani bilgi bakımından toplumun aydın kesimine ihtiyacı olanlar şeklinde anlamak gerekir.
Daha doğrusu toplumumuzun aydınlarının, özelliklede konuyla ilgili aydınların toplumun bilinçsiz kesimini, nikahlarını nikah memuruna yazdırmalarının gerektiği konusunda aydınlatma görevleri vardır. Bundan da öte, onların nikahlarını yazılmalarını sağlamalıdırlar. Bu görev, hem resmi, hem sosyal ve toplumsal hem de ayet içiriğince dinsel bir görevdir. Bu görevden aydınlar kaçınamazlar. Hal böyle olunca yanıltılan halkın kusuru azdır.
Asıl kusur ve sorumluluk aydınlardadır. Bilim adamlarındadır. Devlet erkini kullanan ve yönetimde görevli olan kişilerdedir. Hatta konunun uzmanı olan olması lazım gelen kimselerdedir. Nikah memurlarındadır. Diyanet İşleri Başkanlığındadır. Din konusu ile görevli devlet memurlarındadır.
Saydığım bu kesimleri acilen göreve çağırıyorum. Yoksa bu sorumluğun altından hem bu dünyada hem de öbür dünyada kalkamazsınız. Topluma doğruyu göstermek onların görevidir. Lütfen görevleri başına geçsinler. Görevlerini de doğru dürüst yapsınlar…! Tescil ettirilmediği halde, ülkemizde “İmam Nikahı” denilen şeyin nikah falan olmadığı, bal gibi nikahsız kara-koca hayatı yaşamak, hatta din suiistimali ve yasalarımızın çiğnenmesi nedeniyle yine daha ağır bir vebal olduğu konusunda halkımız güzelce aydınlatılsın! Bu duruma kimse pirim vermesin! Ayetin devamında ise:
“….. yazdırırken yanınızda rıza göstereceğiniz iki şahit bulundurun.……” denilmektedir. Peki bahsedilen bu iki şahit de nenin nesidir.?
Yukarıda da anlattığımız gibi, konu basit bir borç para verme konusu olsa, ne işi var bu iki tanığın burada ? Hem size daha önemli bir hatırlatmada bulunayım. Bu yoldan da bir çelişkinizi göstereyim:
Sizler aynı ayetin tanıkla ilgili bölümünü her yerde, uyguluyorsunuz ve kabul ediyorsunuz. Dikkat ediniz “imam nikahı” dediğiniz şeyde de uyguluyorsunuz.
Bunu yapanlar; lütfen iyi dikkat buyurun: Aynı ayetin son kısmını, son cümlesini, yani şahit bulundurma meselesini imam nikahı, yani güya “dini nikah” yaparken uyguluyorsunuz da, peki aynı ayetin öncesi olan yazdırılması konusunu neden itibara almıyorsunuz?
Bakınız; bir Bektaşi’ye mal ederek anlattığınız bir konuyu burada gündeme getireyim de bu noktadaki çelişkinizi iyi görün:
Bildiğiniz gibi, Nisa Suresi; 43. ayette mealen: “Ey iman edenler! Siz sarhoş iken, ne dediğinizi bilinceye kadar, cünüp iken de yolcu olanlar müstesna, gusül edinceye kadar namaza yaklaşmayın. Eğer…” buyrulmaktadır.
Anlatımınıza göre, namaz kılmayan bir Bektaşi’ye güya “niçin namaz kılmadığı” sorulmuş…!? Bektaşi cevaben, yukarıdaki ayet içeriğinde geçen “namaza yaklaşmayın.” biçimindeki iç cümleciği kendisine gerekçe olarak göstermiş. Güya ayetin başlangıcındaki; “Siz sarhoş iken, ne dediğinizi bilinceye kadar” ibaresini görmezden gelmişmiş. Ya da, belki de sürekli sarhoş bulunduğu için namaz kılamıyormuş.
Her ne ise, sizler bu anlatımınızla güya Bektaşi’yi kınar, (Elbet namaz kılmamayı ve içki içmeyi öneriyor değiliz.) ayetin sarhoş iken ibaresini ya da içkinin (Şarap) yasaklığı konusundaki ayetleri görmezden geldiğinden bahisle bir güzel dalganızı geçer ve Kuran’ın nasıl yorumlanması gerektiği konusunda ahkâmınızı kesersiniz.Yani ayetin başlangıcı ve bağlantıları nazara alınmadan bir iç cümleciğe itibar edilemeyeceğini ortaya koyarsınız.
Başka insanlara alaya almamak kaydıyla Kuran’ı nasıl yorumlamamız gerektiği hakkında savunduğunuz ve önerdiğiniz metot elbet doğrudur. Öyleyse sizinde ortaya koymuş olduğunuz aynı doğru açısından şimdi sizlerin nikah konusundaki çelişkinizi bir daha ortaya koyalım.
Bildiğim kadarıyla olayların belgelenmesi ve kanıtlanması bakımından tanık konusu Kuran’da sadece Bakara Suresi 282. ayetin sonunda geçmektedir. Yani başkaca herhangi bir yerde yoktur. Dolayısıyla siz aynı ayetin son cümleciği konumundaki bu tanıkla ilgili hükmü her yerde, özellikle de nikahın inşası (kıyılması, kurulması) hakkında uyguluyorsunuz da aynı ayetin yukarı (başlangıç) kısmında geçen yazılması meselesini neden uygulamaktan kaçınıyorsunuz? Şimdi sizin, aklınızca güya dalga geçtiğiniz Bektaşi’den ne farkınız kaldı. Hatta, konunuz daha da sosyal ağırlığı olan bir konu olmakla durumunuz Bektaşi’nin durumundan daha vahim değil mi.!?
Al bakalım; burada oldu mu sana ayetteki emrin arkasına faullü biçimde dolanarak, farzı iptal etme girişimine bir örnek?
Yukarıda da zikrettiğim gibi, sakın ola:Biz mehirleri falan yazdırıyoruz. Ayrıca kadınların üstüne tarla - takka falan da yazdırıyoruz.” diye kıvırtmayın…! Bu savunma sizi kurtarmaz.! Bu yol ve savunma sizi cezaya mahkum ettirir. Çünkü yaptığınız iş, ta kitabın başında anlatmış olduğumuz soyguna çanak tutmaktan, dinimizi çıkarınıza alet etmekten ve haşa Allah’ı kendinize suç ortağı edinmeye, yaptığınız, yapılan  ve yapılacak olan soyguna alet etmeye çalışmaktan başka bir şey değildir.
Ve bu yaptığınız işin cezasını Allah elbette verecektir!
Dikkat ettiyseniz bu konuda, yukarıda ve aynı ayet içinde, Allah’ın: “Rabbinden Korksun!” dediğini yazmıştık.
 Yine dikkat edilirse, konu, yani nikahın yazılması konusu ne kadar sağlam tutulmuş. Adeta toplumun tamamı bu işle görevlendirilmiş durumdadırlar. İnsaf edin! Hiç böylesine kapsamlı bir ayet, insanlığın en kompleks ve en ileri sözleşmesi olan nikah sözleşmesiyle alakasız olabilir mi? Böylece de  sırf basit üç beş kuruş borç verme işine indirgenebilir mi?  Bu ayet hiç, nikahla alakasız olabilir mi? Basit bir para borcu için böylesine şümullü bir ayete ihtiyaç var mı? Bakınız yine söylüyorum:
Haşa, Allah abesle İştigal mi ediyor.? Elbette asla! 
Bu hususta abesle değil, en büyük bir günahla bile değil, çok tehlikeli bir itikatsal, yani inançsal sorunla karşı karşıya olan sizlersiniz! Bu durumu iyi düşününüz! Bu konu elbirliğiyle, hem yasal hem de dinsel açıdan çözülmelidir. Durum öncelikle halkımızın, nihayet konunun taraflarının, özellikle de işin uzmanlarının dikkatlerine sunuyorum. Lütfen bu konu üzerinde ciddi bir çalışma yapalım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder