15 Aralık 2010 Çarşamba

D- Müslüman, Devletine İtaat Eder!


D- Bir Müslüman Açısından Devlete, Devlet  Yöneticilerine, Yani Vatandaşı Bulunduğu Devletin Kurallarına İtaatin Zorunluluğu:

Nisa suresi 59. ayete baktığımızda: “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygambere ve sizden olan ülülemre (idarecilerinize) de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz, Allah’a ve Ahret’e gerçekten inanıyorsanız, onu  Allah’a ve Resul’e götürün. Bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.” denilmektedir. Bu konuda yani idarecilere itaat konusunda, başka ayetlerle bağlantı kurulsa da, ben bu kurulan bağlantıyı doğru bulmuyorum. Bir Müslüman açısından işin doğrusu; bu ayet hükmünce: Allah’a, Kuran’a, Peygamber Efendimize ve İdarecilerimize itaat etmektir.Yalnız bu ayetin kapsamını ikili biçimde değerlendirmek yerinde olacaktır. Şöyle ki: Burada ikili bir yöneliş ve yönlendiriş vardır.
1.       Yöneliş ve yönlendiriş dini boyutludur. Yani dinsel yaşamla ilgilidir. Bu ayette sözü edilen “Allah’a ve Peygambere itaat ile, anlaşmazlık hususunun Allah’a ve Resule götürülmesi” konusu tamamen öncelikle Kuran’a  ve devamla Resule götürülmesidir ki, tamamen dinsel anlamda bir götürülmeyi ifade eder.
2. Yönlendiriş ve yöneliş ise: Devleti sağlayan organizasyona ait olan erklerinin, toplum iradesinin, millet egemenliğinin kullanılması  anlamındadır. Kısaca devlet işleriyle ilgilidir. Ayette sözü edilen: “Peygambere ve sizden olan ülülemre  (idarecilerinize/ devletinize) itaat edin” konusu da tamamen toplum iradesi ve milli egemenliğin kullanılmasıyla ilgilidir.
Burada bu konunun, yani devlet işlerinde, Peygamber’imize itaat edilmesi konusu, dinsel bir itaat olmayıp, tamamen devlet erkinin kullanılmasıyla ilgili bir itaattir. Bu cümleden olarak, hali hazır devletimize yapmak zorunda olduğumuz itaat cümlesindendir.
   Nitekim  bu 2. anlamdaki yöneliş ve yönlendirişte Peygamber Efendimizin anılması tamamen onun o an için devlet başkanı yani yönetici olması nedeniyledir. Elçi olması nedeniyle değildir! Konuya işbu perspektiften baktığımızda hem bir devletin, kendi vatandaşı konumundaki erkeklerin, aynı anda yapabilecekleri evlilik (nikah) sayısını sınırlandırmaya yetkili, hem de aynı devletin vatandaşı konumundaki Müslüman’ların bu sınırlandırmaya uymasının Kuran açısından zorunlu olduğu ortaya çıkar.
Dolayısıyla bir devletin bu konuda sınırlama yapıp yapamayacağı sorusunun cevabı: Kocaman bir: Evettir”. Yani: Yapabilirdir…!
Bir Müslüman  sadece yasal açıdan değil, dinimiz açısından da devletin yaptığı yani yapacağı bu sınırlandırmaya uymaya mecburdur.
Durum bu olunca da, imam nikahıyla 2. hatta 3. evlikler yapmış olanların; “Madem yazdırma, nikahın farzıdır; yazdırılmayan nikah, nikah olamıyor, ben yazdıracağım ama devlet yazmıyor. Ben ne yapayım?” demek seklinde öne sürebilecekleri mazeretleri geçersiz olmuş olur. Yani; “Böyle bir mazeret din açısından dinlenemez yani geçersiz” demek olur.
Aslında bu noktada nikahın dinsel olmaktan ziyade evrensel, toplumsal  ve hukuksal boyutlu olduğunu kabullenmek gerekir. Yalnız yukarıda irdelediğimiz ayet-i kerime çerçevesinde bir hususa daha değinmek gerekecektir. O da, bazı insanlar bilerek ya da bilmeyerek, konu ayet içeriğinde geçen “sizden olan ülülemr (yönetici, devlet)” tanımlamasına takılmış, bu tanımlamayı da yanlış anlamlandırmış olmaları halidir.
Diyorlar ki: “Ülülemr bizden yani Müslümanlardan olacak. Hatta daha da ileri giderek Anayasa, Kuran olacak. Devlet de din ile tevhit edilmiş yani birleştirilmiş olacak. İşte ülülemre uymanın şartı budur. Başka türlü olan ülülemre uyulmaz. Çünkü o ülülemr bizden olmamış olur. Öylesi, yani kendimizden olmayan bir ülülemr (idareci, devlet, toplum, millet vs.) ile ise savaşmak gerekir. Böyle olan bir memleket, dar-ül harp, yani kendisiyle savaş yapılması gereken memleket sayılır.” falan diye saçmalıyorlar.
Yukarıdaki açıklamalarımı da nazara alarak tekar söylüyorum ki; Bu yorum tamamen yanlıştır. Yapmayın beyler; ayıptır…!
Türkiye’den örneklemeyelim ki, çarpıcı olsun.! Örneğin Amerika’dan örnekleyelim! Peki bu durumda Amerikan vatandaşı olan bir Müslüman ne yapsın.? O da yıkabilsin mi? Yakın görünürde yıkabilir mi Amerika Birleşik Devletlerini? Peki ya ömrü bu yıkma işine yetmezse ne olacak? Peki ya başka devletlerin vatandaşı konumundaki Müslümanların hali nasıl olacak?
Hepimiz savaş mı çıkaracağız? Hani bizim dinimiz barış ve esenlik diniydi? İslam; selamet, esenlik demek olan, sulh yani barış kökünden geliyordu? Şimdi Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile de mi savaşacaksınız?
Tabii ki fiili imkandan ya da imkansızlıktan bahsediyor değilim. Benim bahsini ettiğim şey, söylediğiniz şeyin mantıksızlığı ve din dışılığıdır. Şu hususu ısrarla belirtiyor ve tekrarlıyorum ki, Kuran’a göre savunma savaşı vardır. Saldırı savaşı yoktur. Sadece gönülleri fethetmek vardır. Zaten fethin ana anlamı da: “Gönül kazanmaktır.” Yoksa gidip bir yerleri işgal etmek, oraları kendisine zorla boyun eğdirmek falan da değildir. 
Üstelik yukarıdaki yorum din dışı bir alanla ilgilidir. Yani siyasi bir alandır. Aynı şekilde bu algılama da tamamen siyasi bir algılamadır. Siyasetin alanı ise din dışı bir alandır. Yapılmak istenen ya da yapılan iş  ise, dinden ve ayetten hareketle, dini kullanmak suretiyle, konuyu  dinin dışına taşıma olayıdır. Bir de şu konu önemlidir ki:
“Sizden olan ülülemr” tabirini benim açıkladığım gibi anlamayıp da “İlla da Müslüman olmalı…!” diye tutturanlar, A.B.D. yahut Avrupa devletlerine gittikleri zaman, oraların kurallarına pekala da uyuyorlar! Dinimize de sımsıkı sarılıyorlar! O devletlerin, devlet kurallarını ve toplum düzenlerini değiştirmeyi akıllarından dahi geçirmiyorlar.! Ancak konu Türkiye olunca nedense aslan kesiliyorlar.!? Olmuyor…! Olamıyor!
Sizin bu davranışlarınız, benim bu noktada yapmış olduğum, Ülülemre itaat hakkındaki açıklamalarımı doğrulamaktadır. Hem de; konunun dinsel olmayıp siyasal olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Şimdi daha da öteye giderek yukarıda verdiğimiz örneklerde olduğu gibi çoğunluğu Müslüman halklardan oluşmayan devletleri bir kenara bırakarak, bizim gibi, yani halkının çoğunluğu Müslüman olan devletler açısından durumu irdelemeye kalkacak olursak, sizin fikriyatınızın yine de çuvalladığını görürsünüz. Çünkü; söyleyin bakalım bana eğer savunduğunuz fikre uymak icabetse, hangi mezhebin, tarikatın, yada fraksiyonun söylemlerini doğru kabul edeceğiz. Daha farklı bir ifadeyle bunlardan hangisine uymuş olursak “bizden olan ülül emre (yöneticiye, devlet yöneticisine) uymuş” kabul edeceğiz kendimizi? Yoksa illâ da kendimize bire bir uyan düşüncedeki insanları mı arayacağız “ülül emr” (yönetici) olarak yine kendimize..? Böyle bile yapsak; en İslam, yahut en iyi Müslümanların bizlerin oluyor olduğumuzun kararını kim verecek..? Yoksa siz herkesi tek tip bir kalıba mı dökeceksiniz..? Peki bu tek tip insan modeli üretmek eşyanın tabiatına, daha doğrusu hayatın gerçekliğine uygun bir durum mudur? Elbet uygun değildir. Bunu hepimiz biliyoruz…! Durum bu ise; nerede kaldı sizin güya tâbii oluyor olduğunuz İslam’ın temel ilkeleri…? Nerede kaldı evrensel hukuk, tabii hukuk kuralları ile demokratik toplum düzeninin gerekleri…? Yoksa sizin asıl yapmak istediğiniz şey zaten onu, yani demokrasiyi ortadan kaldırmak mıdır…?  Siz gerçekten iyi niyetli iseniz lütfen aklınızı başınıza alınız…! İyi niyetli olmayanları ise insafa ve en azından asıl niyet ve asıl fikirlerini ortaya koyucu bir mertliğe davet ediyorum. Cesaretleri varsa tabii…!

          ************************
Burada tekrar hatırlatmak isterim ki; din ile devletin işlev ve alanları farklıdır. Her ikisi de lazımdır. Bu durum bir realitedir Cenab-ı Allah’ın maksat ve muradına uygun olan durum da işte bu realitedir.
Daha doğru bir anlatımla; Kuran bir din kitabıdır. Siyaset arenasındaki her hangi bir anayasa değildir..! Kuran’ın önerdiği bir devlet şekli de yoktur..! O, bu hususu tamamen toplumların kendi iradesine bırakmıştır.
Hatta ilahi kanunun yani tabiat kanunlarının gereği de budur. Kuran; insan ve toplum düzenine dair olmak üzere sadece, mutlak doğrular olması bakımından tartışılmaz konumda bulunan; adalet ,dürüstlük doğruluk vs.  bir kısım evrensel ilke ve öneriler ortaya koymuştur. Nitekim Peygamber efendimiz; “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.” buyurmuştur.
Bu hususu, kendilerini “laik” olarak tanımlayan kesimler de iyi bilmelidir, kendilerini “dindar” olarak tanımlayan kesimler de!
 *  *  *  *  *  *  *  *  *  *  *  *
Bakınız ülülemre yani devletin kurallarına ve yöneticilerinin emirlerine tabi olma konusunun nasıl olacağını size açıklayayım:
Bir kere sizden olan ülülemr demek sizin anladığınız ve anlatmaya çalıştığınız gibi değildir..(!?)
Ya nasıldır? Bir Müslüman için kendisinden olan ülülemr (idareci, toplum, devlet); bizzat vatandaşı olduğunuz devlettir. Başkaca yorum kesinlikle yanlıştır! Şu halde Türkiye’deki Müslümanlar, yasal açıdan devletimizin yasalarına uymaya elbette mecburdurlar. Lakin durum bu kadarla sınırlı değildir. Ülkemiz Müslümanları devletimizin koyduğu kural ve kısıtlamalara dinimiz ve Kuran açısından da uymaya mecburdurlar. Çünkü ülkemizdeki Müslümanların Kuran açısından ülülemri; Türkiye Cumhuriyeti Devletidir.
Her bir Müslüman hangi ülke ya da devlette yaşıyorsa, bir başka deyişle hangi devletin vatandaşı ise, o Müslüman için ülülemr yani devlet ve idareci, o devlet ve o devletin idarecilerinden başkası değildir.
Bunu böyle anlamaya mecburuz. Çünkü aklın, bilimin, dinin ve realitenin gereği, bizi andığım bu durumu kabule mecbur kılar.
Ayrıca bilmemiz gereken bir başka husus ise mevcut reel durum, bizzat Cenab-ı Allah’ın yeryüzündeki maksat ve muradının bir yansıması oluşudur. Demek ki realite bu yansımayı ifade ediyorsa  ki öyledir! Bu yansıma yani mevcut reel durum, Allah’ın yeryüzündeki maksat ve muradıdır! Tersinden söylemek gerekirse; Allah’ın maksat ve muradı da mevcut reel durumdur. Demek ki mevcut reel durum, işin gereğini ve eşyanın tabiatını ifade ediyor! Şu halde; kuralına uymamız gereken bir başka ulülemr yani devlet ve devlet yöneticisi aramak saçmalamaktır. Realiteden, bilimden, dinden uzak bir anlayıştır. Böyle bir arayış ve anlayışın hiçbir akli, mantıki geçerliliği ya da gerekçesi olamaz. Mevcut realitenin gereği budur!
Biz madem Müslüman’ız, dinimizin kurallarına uyacağız. Durum bu olduğuna göre, devletimizin emirlerine uymak aynı zamanda dini bir gerekliliktir. Demek ki devletimizin emir ve kurallarına dinsel açından da uymaya mecburuz.
Şu halde; devletimizin kurallarına uymamak aynı zamanda dinimize de uymamaktır. Bunu kimse unutmasın! Yanlış yorumlara da gitmesin..!
Sonuç olarak; bir Müslüman’ın kuralına uyacağı devlet, vatandaşı bulunduğu devlettir. “Sizden olan yönetici” ibaresinin açık manası budur. Başka mana yanlıştır!
Bu konu “Gurbetteki Vekil” adlı kitabımızda değineceğimiz “türban” konusuyla da çok yakın alakalıdır. “Okulda ya da işyerinde bana türban taktırmıyorlar.” diye okulu veya işi terk etmek dinimize uygun bir tavır olmayıp siyasi bir tavırdır. Bu bağlantıya işaret ettikten sonra, açılımını şimdilik ileriye bırakalım; nikah konusuna dönelim.
*  *  *  *  *  *  *  *  *  *  *  *
Boşuna hiç çabalamayın; hiçbir kaçış yolunuz yok! Nikahlarınızı yazdırmak zorundasınız! “imam nikahı – resmi nikah” diye bir ayrım yapamazsınız! Nikah tektir, tek çeşittir. Evrenseldir. Toplumsaldır. O da; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin uyguladığı gibidir. Bu uygulama ise Kuran ile birebir örtüşmektedir. Bu ayrımla oluşturduğunuz haram ve şirk kapılarını kapatınız..!
Bir kısım basit çıkarları uğruna, nikahlarını yazdırmayarak, Kuran açısından da nikah sayılamayan bir ilişkiyi, Allah’a öykülemek, yani Allah’a mal etmek büyük bir vebal olacaktır sanıyorum. Bu vebal, izah ede geldiğim gibi, birlikte nikahsız karı koca hayatı yaşayanların vebalinden daha ağır bir vebal olacağı görünüyor. Elbette nihai takdir sizlere aittir. Bu günün Türkiye’sinde artık evli bir erkek, sadece devletsel açıdan değil, dinsel açıdan da ikinci bir evliliği asla yapamaz. Böyle bir ikinci evliliğe Kuran asla onay vermez!
Durum bu olduğuna göre kimse kendini kandırmasın! Bir imam çağırıp ikinci bir nikah yaptırma şansı artık dinsel açıdan da yoktur! Değil mi ki, Türkiye’de yaşayan vatandaşlarına devlet bu ikinci evliliği yasaklamıştır! Bu yasağa uymak aynı zamanda din kuralıdır çünkü..! 
Böyle bir şeye kalkışmak birlikte karı-koca hayatı yaşamakta olanlarınkinden daha ağır bir vebaldir. Çünkü hiç olmazsa onlar, büyük bir günah işlediklerini biliyorlar. Ola ki, dönerler! Af dilerler. Rabbim de kendilerini affeder.! Peki sizler bu konuda affı hiç düşünüyor musunuz?
Ben cevap vereyim; hayır, düşünmüyorsunuz.! Çünkü; “Bizim Allah yanında nikahımız var.” diye içiniz rahat! Aslında şirk kapılarında dolaşıyorsunuz; bundan haberiniz bile yok!
Peki; yaptığınız işe dini ve Allah’ı alet etme hususuna ne diyeceksiniz? Ben elbet sizleri kınıyor değilim. Ama lütfen durumunuzu tekrar tekrar gözden geçiriniz. Çünkü bu durum çok vahim görünüyor…! Allah korusun; dinin dışına çıkarsınız da haberiniz bile olmaz. İşin bilincinde olmayanlar bilincine varmalı; aklı erenler de milleti aydınlatmalıdır.
Böylece hem toplumsal çürüme durdurulmalı, hem de dinsel çürüme!
Burada tekrar ediyorum ki; toplumumuzdaki aydınlarının vebali çok daha ağırdır. Bu konu itikadi bir konu olup, inancı yok edebilecek boyuttadır..! Sonuç olarak tescilsiz imam nikahı denilen şeyin arkasına sığınarak karı koca hayatı yaşayanların durumu, hiç nikah yapmadan karı koca hayatı yaşayanların durumundan çok daha vahim ve ağırdır!
Senin kaçış yolun yok! Sen devletinin halihazır mevcut kurallarına Kuran gereği uymak zorundasın.! Bu devletin kurallarını değiştirmek ise, dinin değil, siyasetin konusudur.! Bunu böylece biliniz.!
Bir gün gelir de devlet, bu konudaki kuralını değiştirirse; ancak o zaman bu tür bir evlilik yapma şansınız olabilir!
Devlet size yukarıdaki paragrafta andığım izni verse bile bu konunun girişinde de belirttiğim gibi din, özellikle de Kuran cephesinden  engellenebilirsiniz! Örnek mi ? Buyurunuz örnek: Nisa Suresi Ayet: 129…
“üzerine düşüp uğraşsanız da kadınlar arasında adil davranmaya güç yetiremezsiniz; Bari birisine tamamen kapılıp da diğerini askıya alınmış gibi bırakmayın…..”
Bu ayetten hareketle bir kısım düşünür; (bırakın birden fazla eşe güç yetirip adaletli davranmayı), Gücü yetmeyenlerin tek evlilik yapmasını dahi uygun görmemişlerdir! Duyurulur!

   *******************
Not: Muhtelif Internet siteleri İle bazı gazetelerde de yayınlanmış bulunan 4 ayrı makalemizi konumuzla bağlantılı ve konumuzu daha da açıklayıcı olmaları nedeniyle buradan itibaren, yeniden takdirlerinize sunuyoruz:

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder