15 Aralık 2010 Çarşamba

c- Sünnet Folkloriktir


c- Sünnet Olmak da, Törenleri de,
    Geleneksel  ve Folkloriktir:

Eh, yaşımız büyüdü; köyden çıktık ve başka memleketler gördük. Gidip gördüğümüz yerlerde türlü bir sünnet töreni, adet ve uygulamalarına tanık olduk. Özellikle de sünnet düğünlerine… Bu arada geçen 50 yıllık zaman dilimi içinde memleketimiz oldukça önemli değişim ve dönüşümler yaşadı.! Sünnet düğünlerinin çeşitleri de çoğaldı..?:
-Kimisi çalgılı çengili,
-Kimisi içkili miçkili sünnet düğünleri tertiplediler.
Tabii ki alternatif sünnet düğünleri de yok değildi..!?
-Bunlar da Mevlit’li, dualı sünnet törenleri yaptılar.
-Kimisi de bunların hepsini birledi! Yani hem çalgılı çengili, hem mevlitli dualı, hem de içkili miçkili yaptılar sünnet törenlerini..!
-Yada akıllarına uyan başka birleştirmeler yaptılar.!
Eh, burası Türkiye…! Ne diyelim…?
Fakat bunların hepsi, örftür, gelenektir ve de folkloriktir bunu bilelim.!

             **************************
Bunlar önemli değil de, asıl bizim klasik Türk filmlerinde gördüğümüz ve halen televizyon dizelerinde değişik versiyonlarıyla “arzı endam eden”  uygulama ve imaj yanıltmaları önemli.?
Eh, bu arada Avrupa ülkeleriyle olan teşriki mesaimiz arttı ya; bu alandaki malzememiz de çoğaldı.?
-Kız bir Hans’a aşık, yahut Hans bizimkine…
Her neyse evlenecekler ama ortada şekli bir sorun var…? O da Hans’ın kesilmedik (!), yani sünnetsiz oluşu…!
Yahu adam sünnet olmak istiyorsa olsun; elbet buna bir diyeceğimiz yok, Lakin bu işin, “olmazsa olmaza” dökülmesini anlayamıyorum…!
Hele o işe ait seremonin öncesinde gösterilen, güya espri diye sunulan o nacak seremonisini anlamakta zorlanıyorum..?!
-Yani, Hans illa da sünnet mi olmalı…? Daha doğrusu Hans sünnet olmazsa Müslüman olamamış mı oluyor…?
-Bir başka ifadeyle İslam’ın bu tarz sünnet ameliyesini olmak gibi bir farzı mı var…? Doğrusu varsa ben bunu bilmiyorum. Varsa da gözümden kaçmış sanırım. Bahse konu ameliyenin “Sünnet olması” konusunda bilgim bunun aynı zamanda İbrani (Yahudi) kültürünün de bir sünneti olduğu gerçeğidir. Bunları söylemekle ima ettiğim bir husus yoktur. Dedim ya fazla bilmiyorum. Benimkisi sadece konuya dikkat çekmekten ibarettir. Bu konudaki ana bilgim bütün bunların örfsel, geleneksel ve folklorik olduğudur.!
Ayrıca bu meselenin, erkek çocuklar açısından birer travma olduğu da akıldan çıkarılmamalıdır. Bu aşamadaki daldan dala sekişimiz, bu nokta itibarıyla artık bitsin ve biz yeniden Sn. Diyanet İşleri Başkanımıza dönelim:

                ****************************
Sn. Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’nun kendisi ayrıca;
Özellikle konusuyla ilgili kelime ve kavramların anlamlarını en iyi ayırt edebilen bir bilim adamıdır. Bu belirlemenin örneği yine yukarıdaki haberin devamında mevcuttur. Şöyle ki; “Din eğitimi, çocuklara isteğe bağlı olarak verilmeli. Ancak toplum ikisini karıştırdığı için, Din Kültürü’ne, Din Dersi olarak bakıyor.” dedi. Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersi’nin din eğitimi gibi verilmemesi gerektiğinin altını çizen Bardakoğlu, “Bu derste, başta İslam Dini olmak üzere, diğer dinler ve dinin asırlar süren tarihsel tecrübesi, oluşumlar ve inanç farklılıkları hakkında sağlıklı bilgiler verilmeli.” görüşünü dile getirdi. “Din Kültürü dersi’nin amacı, insanları daha dindar yapmak değil, din konusunda onları sağlıklı biçimde bilgilendirmektir.” diyen Bardakoğlu, dersin her türlü istismarın önüne geçmeyi amaç edinmesi gerektiğini vurguladı.” denilmektedir.
Sn. Bardakoğlu’nu  bu anlamda sürekli gözlemlediğim için diyorum ki: İşte dinini iyi bilen bilim adamı böyle olur.!
Kardeşim bir kere şunu bil ki: “Din Eğitimi” başka bir şey, “Din Dersi” başka bir şeydir. Okullarımızda “Din Eğitimi Dersi” yoktur. Bu gibi hususların iyi bilinmesi çok önemlidir! Alın kitabımızda ele aldığımız “dünya” demeğin manasını? Şunu doğruca bir bilsek; nice sorunlarımız çözülecek nice! Ben bu kelimenin manasını ve yol açtığı çarpıklığın vahametini nice güya din adamına ya da bilimcisine senelerdir anlatamadım gitti! Kafalara yerleşmiş kalıplar var; sökülüp atılamıyor. “Atılamıyor.” demekten de önemlisi, öğrenilen kalıptan başka türlü bir kalıpla düşünülemiyor.
Bizim işbu kitabımıza konu edindiğimiz husus tam da budur! Çünkü; kelime ve kavramların doğru anlamlarını çoğumuz bilmiyoruz. Belki de özellikle bu anlamlar bize yanlış tanıtılıyordur. Kafalarımız karışsın da böylece birbirimizle anlaşamayıp ama, anlaştık sanarak körleri ve sağırları oynayalım diye. Bu konu da gerçekten önemlidir..!
Bu kitaptaki anlatılan çürümenin durdurulması bağlamında, kendisinin olumlu çalışmaları vardır. Bunlardan birisi de, güzel bir başlangıca örnek olacağına inandığım; Cami imamlarına belirli saatlerde, Kuran’ı Türkçe meal olarak okumayı emir buyurmasıdır ki:
Önceleri cami imamlarımızın bazıları fısıl fısıl fısıldaşıp karşı çıksalar da emir demiri kestiğinden, mecburen uyguladılar da böylece cami cemaatlerimiz, Kuran’ın ne dediğinden ve içeriğinden, biraz olsun haberdar olmaya başlamış oldular.   
İnşallah bundan sonra ve bu çalışma sayesinde; Kuran’ı anlamak adına okuyacağız. Bu okumalar sayesinde O’ndan birçok feyizler alacağız. Ve yine inşallah, aldığımız bu feyizlerle ahlaklanmak gayretinde olacağız. Allah bu yolda hepimizin yardımcısı olsun.!
Konu başlığında da andığım gibi, elbette ülkemiz insanına ciddi emek ve katkıları olan insan pek çoktur. Bunlar Diyanet Teşkilatımız ve başkanları içinde de çoktur. Ancak benim burada hepsinin adını tek tek saymam elbette mümkün değildir. Yinede söze şöyle başlamak isterim ki;
Sairleri beni mazur görsünler, eski diyanet işleri başkanlarımızdan, değerli bilim adamı: Sn. Prof. Dr. Süleyman Ateş’ten  sonra, Şimdi de Sn. Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’nun Diyanet İşleri Başkanı olmuş olmasını ülkemiz ve insanımız adına büyük bir şans olduğunu değerlendiriyorum. Daha doğru bir ifadeyle yukarıda da değindiğim gibi bu durum Allah’ın bizlere bir lûtfu olmalıdır, diyorum.
Kitabımıza konu edindiğimiz ve vs. bir çok hususta çok yararlı hizmetlerinin olacağını tahmin ediyorum. Ben kendisinin neler yapmak istediğini uzaktan da olsa kestirebiliyorum. Fakat naçizane bir tespitim var ki o da, kadrolarının bu hususta, tam yeterli ve istekli olmayışıdır. O’nun ne yapmaya çalıştığını anlayabilenlerin sayısı azdır.
Kendileri bu durumu elbet daha iyi biliyorlardır. Yine de öncelikle  işin bu yönüne el atmalıdırlar diye düşünüyorum.
Bu kitapta kendimize konu edindiğimiz  bölümler toplumumuzun tamamını ilgilendirmekle birlikte belki daha ağırlıklı olarak kendi başkanlığını ve başkanlığının çalışma alanlarını ilgilendirmekte olduğunu düşünmekteyim. Ayrıca sürekli  değindiğim üzere kendilerinin yine kendi alanında gerekli olan uygun çalışları yapacağına ve yapacağına inanıyorum.
Bu nedenle kitabım henüz dizgi aşamasına dahi girmeden bir örneğini hem kendi şahsına, hem de bağlı bulundukları Devlet Bakanımız, Diyanet İşleri Başkanlığımız sabık (daha önceleriki) başkanlarından Sn. Mehmet Sait Yazıcıoğlu’na bilgileri ve kitapta yakınılan konulara, çözüm yönünde  yapabilecekleri katkı ve yardımları için bizzat kendilerine elden  verdirdim; gönderdim.Şimdilik ben burada, andığım ve vs. nedenle kendilerine ne biraz şikayet, biraz da konuya dikkatlerini çekip çözüm babında ricada bulunmak amacıyla yine hem kendilerine hem de kamu oyuna aşağıda bazı örnekler sıralamaya çalışacağım:

*  *  *  *  *  *  *  *  *  *  *  *
Biz ileriye doğru kendimize bir zemin edinmiş olduğumuza göre artık, yukarıdaki açıklamaları bir kenara bırakalım ve öncelikle devleti (huzur,dirlik) sağlayacak olan yönetim organizasyonunda görev alan kişiler olmak üzere, toplumumuzun dikkatini kitabımızın ana konularından biri olan “nikah ikilemine” yöneltelim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder