C- Dinin Ayrı, Devletin Ayrı Olma Olgusu:
Bu aşamada Peygamber Efendimizin sadece Müslümanları değil, Medine Site devletinde bulunan tüm unsurları yönettiğini unutmamak gerekir. Hem de yönetimi altındaki insanlara Kuran hükümlerini dayatmak yoluna gitmeden, bizzat onların kendi inanç ve değerleri çerçevesinde yönettiği unutulmamalıdır.
Durum bu olunca, Kendileri’nin yapmış olduğu bu yöneticilik işinin, Peygamberlik yani Resul (elçi) olma işiyle bağlantısı yoktur. Bu açıdan belki tek bağlantısı eşyanın tabiatıyla olan ilgisidir. Asıl bağlantı Peygamber efendimizin kul olma yönü itibariyle içinde bulunduğu kişilik özellikleriyledir. Bu alanda yaptığı iş dinsel olmayıp içinde yasadığı toplumun dünyevi düzenlerinin, yani yönetsel işlerinin yapılması konusu olduğu açıkça ortadadır.
Şunu açıkça bilelim ki; Peygamberimizin, Resul olma göreviyle, devlet başkanlığı görevi birbirinden tamamen ayrı şeylerdir. Keza, devlet başkanlığından ayrık olan ve dünya hayatının idamesi yani devam ettirilmesi anlamında yapmış olduğu bir çok iş ve eylemleri de vardır. Bunlar da Peygamberlik göreviyle alakasızdır. Nitekim Azhab-ı Kiram’dan, yani kendi arkadaşlarının özellikle ileri gelenlerinden, yada büyüklerinden bir çoğunca kendisine bu yönde sorulan sorulara: “Bu konular sizin dünyalık işlerinizdendir. Ben bilmem sizler kendiniz daha iyi bilirsiniz.” diye cevapladığı çok olmuştur.
Nitekim kendisi bir süpermen falan olmayıp Allah’ın kulu ve resulüdür. Dinsel anlamda Allah’ın kendisine bildirmediklerini ya da bildirmesine gerek olmayanları bilmez. Bilmemiştir.
Hatta bu tür bazı konularda hataya (zelleye) düştüğü için, Kuran’ı Kerim’in ayetlerinden anladığımız kadarıyla, bizzat Cenab-ı Allah tarafından uyarılmıştır. Din bakımından bile uyarıya muhatap kalan Peygamber efendimizin, din dışı alanların uzmanı olamayacağı, olmadığı açıktır.
Örneğin O, bir uzay bilimci veya güzel bir ağaç aşılayıcısı değildir. Lakin dünyasal işler anlamında ticari hayatı bilmektedir. Dolayısıyla, Medine site devletini kurup orada yöneticilik yapması dinsel bir görev olmayıp, halkın kendi iradesi ile seçmesi, yani biat etmesi ile kendisine yüklenen bir sorumluluğun, halk hizmetinin gereği olan bir görevdir. Doğal, eşyanın tabiatıyla ilgili bir durumudur. Fakat kendisi, en üstün insanlık vasıflarını toplayan ve taşıyan bir kişi, kişiliktir. Dolayısıyla üstün bir devlet kurucusu, yöneticisi, yine üstün bir savaş stratejisti ve başkomutandır. Uhut Dağı eteklerindeki savaş kabul alanını gören bir kişinin, sırf bu yer seçimine bile hayran kalmaması mümkün değildir.
O’nun devlet başkanlığının peygamberlik görevinden ayrı olduğunu anlamak için burada şunları da anımsatmak gerekecektir:
Devlet başkanlığı yapan tek peygamber kendileri değildir. Örneğin: Hz. Süleyman, Hz. Davut devlet başkanıdır. Hz. Yusuf ise, Firavun’un bakanı konumundadır.
Hz.Süleyman ve Hz. Davut’un yürüttüğü krallık yani devlet başkanlığı görevlerinin peygamberlik görevlerinden ayrı olduğunu kabul etmek gerekecektir. Bu güne dek bunun aksine bir laf da duymadım.
Burada Hz. Yusuf’un konumu çok daha çarpıcıdır. Çünkü kendileri hem peygamberdir. Hem de bakanlık yaptığı devlet bir İslam devleti değildir. Ayrıca devlet yönetimi ile hiç ilgisi olmayan sade vatandaş konumunda olan peygamberler de vardır. Bu peygamberlerin, devlet organizasyonunu ele geçirmek gibi bir çabalarını tarih kaydediyor değildir. Çünkü böyle bir çabaları zaten yoktur…!
Bahsini ettiğim bu veriler üzerinde birazcık kafa yormak; öne sürdüğümüz fikirlerde ne kadar haklı olduğumuzu göstermeye yeter de artar bile! Ayrıca şu laiklik konusunu “şıp” diye çözmemize de yardımcı olur. İleride laiklik konusunda yapacağımız açıklamaların da isabetli olduğunu kanıtlar.
Hasılı kısaca söylemek gerekirse, toplumların iradeleri yani egemenlikleri bizzat Cenabı Allah tarafından toplumların eline verilmiştir. Böylece halkın devlete (devlet: dirlik, düzen intizam, hoş oluş iyilik vs. demektir) ermesinin organı olan düzen yani organizasyon tarih boyunca hep olagelmiştir. Bu olageliş din olgusuyla at başı birlikte sürmüştür…
Sadece Orta Çağ, Hıristiyanlık Avrupa’sında din / kilise, devletin varlık ve faaliyet alanına fazlaca müdahale etmiştir. Durum bu olunca doğal olarak çatışma çıkmıştır. Bu olgu ve çatışma yanlış bir durum olup insanlığın sürçmelerindendir.
Biz bu konularla ilgili olarak dinin başka, devletin başka olduğunu iyi bilmeliyiz.! Cenabı Allah’ın maksat ve muradı da aynı yöndedir. Yani insanlık tarihi boyunca din ve devlet olgularının her zaman bir arada oluşudur. Dinin başka bir olgu, devletin başka bir olgu oluşudur.
Yine devlet başkanı olmayan peygamberlerin durumuna bir bakacak olursak; hiçbiri içine geldikleri toplumların devlet organizasyonlarını yıkmak gibi bir gayret içinde olmamıştır.
Bu cümleden olarak; Peygamber Efendimizin Mekke Site Devleti içindeyken yürütmüş olduğu Peygamberlik görevinin amaçları içinde site devletini yıkmak, yok etmek, hatta, konu devletin yönetimini ele geçirmek gibi bir hedef yoktur. Kendileri’nin devletin başkanı olmak falan gibi bir gayret ve çabaları hiç olmamıştır. Tam tersine bunlar kendisine önerilmiş ancak, böyle bir durumu kendileri kabul etmemişlerdir.
Kendileri sadece Kuran’ın tebliği için özgür ortam talep etmekten başka bir gayret içinde olmamıştır. Bütün bu anlatılanlar bize, devletin faaliyet alanı ile boyutunun farklı, dinin faaliyet alanı ile boyutunun farklı olduğunu gösterir.
* * * * * * * * * * * *
Burada ve bu şekilde; dinin başka, devletin başka olduğunu kısaca belirledikten sonra; Kuran cephesinden bakılınca, devletin, erkeklerin evliğindeki sayıyı sınırlayıp sınırlayamayacağı konusunu tartışmaya bir zemin oluşturmuş olduk.Öyleyse artık işin bu cephesine dönelim ama öncelikle bir Müslüman’ın, Kuran açısından vatandaşı bulunuyor olduğu devletin kurallarına uyma zorunluluğu olup olmadığını irdeleyelim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder