B- Kimlik Arayan Köy:
Yukarı başlıkta anlattığım konularla ilgili bir de anım geldi aklıma bu arada: Sanırım sene 1987 idi. O yıllarda hem Torbalı İlçesinde öğretmenlik yapıyor, hem de Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okuyordum. İlçemiz Milli Eğitim Müdürlüğü beni yine ilçemiz Gül Köyü İlkokulu’nda 6 aylığına geçici olarak görevlendirmişti.
Köye gittim. Ekonomik, kültürel ve özellikle de kimliksel bakımdan oldukça fakir bir köydü. Tarım işçisi olarak bölgede çalışan bir kısım insanların oluşturduğu, ovanın kıyısına kurulu, koskocaman bir köydü. Köy kocamandı ama bırakın köylüyü, köy tüzel kişiliğinin dahi ciddi bir arazisi yoktu. Sağ olsun devletimiz kendilerine bir köy tüzel kişiliği vermiş ve bir de okul yapmıştı ama onların en önemli eksiği kimlik eksikliğiydi. Özellikle bu nedenle çevrede kendilerini çok ezik hissediyorlardı.
Çünkü içinde bulundukları koşullar gereği onlar henüz kendilerini bulamamışlardı. İş desen yok, arazi desen yok, homojenlikleri yok, asıl önemlisi dinleri mezhepleri yok! Hiçbir şey bilmiyorlar! Kendilerini alevi diye tanımlamaya kalkıyorlar o hususta da hiçbir bilgileri ve yol gösterenleri yok! Sorunlarıyla pek ilgilenenleri de yok..!
İlçemizin tüm köylerinde cami olmasına rağmen onların camisi de yok; yaptırmak istiyorlar fakat yaptıracak güçleri de yok, yardımcıları da...
Onlar bu camiyi çok istiyorlardı. Çünkü hem Allah’a inanıyor olmalarına karşın, hiçbir dini bilgiye sahip değillerdi. Bu camii sayesinde hem dinlerini öğrenecekler ayrıca bir mezhebe de mensubiyet kazanacaklardı. Kazanacaklardı diyorum, çünkü içlerinden bazıları kendilerini alevi olarak tanımlasalar da bu konu da dahi en küçük bilgileri yoktu.
Onlar açısından belki de işin en önemli yanı o camiye kimliksel manada sığınacaklardı! Bana yakındılar, çare istediler.
Oralarda zengin bir toprak sahibi vardı. Ondan bir cami yeri istemişler; o ise vermemişti. Adam oldukça yaşlıydı; vermediği Cami arsasını sanırım şimdiye çoktan götürmüştür oraya….(!)
Tutmuşlar istedikleri yeri istimlak etmişler,ne çare onu da yüzlerine gözlerine bulaştırmışlar mahkemelik olup işi içinden çıkılmaz bir hale dökmüşler…
Ben kendilerine cami yeri olarak, köy muhtarlığı önündeki köy tüzel kişiliğine ait küçük bir alan vardı, orayı önerdim. Akıllarına yattı ancak paraları yoktu yapmaya…
Dedim ya, o yıllarda Ankara Hukuk’ta öğrenciydim. Sık sık vize ve finaller için Ankara’ya gider gelirdim. Bu köydeki görevimden sonraki Ankara’ya lk gidişimde ve bulduğum ilk fırsatta doğruca Diyanet Vakfı Başkanlığına gittim. Durumu ve işin önemini kendi dilimin döndüğünce zamanın vakıf başkanına şifaen anlattım.
Sn. Vakıf Başkanı’nın adını şu an hatırlayamıyorum. Daha doğrusu o zaman da masasına dikkat edip, masasının üzerinde yazılı olan adını bir güzel öğrenmemişim. Bu yön itibariyle kendisinden gıyaben özür diliyorum. Zaten benim isimleri öğrenip aklımda tutmak konusunda eskiden beri bir zaaf noktam, yani eksikliğim vardır. Bunu ne kadar yenmeye çalışsam da pek becerememişimdir. Ayrıca daha ilk tanıştığım ve görüştüğüm insanların isimlerini aklımda iyice tutmak hususunda ne kadar gayret sarf etsem de bunu pek beceremedim. Demek ki ne yapayım; “Adım Hıdır (Hızır); elimden gelen budur.” diyelim yine de gayreti elden bırakmayalım…?!
Yalnız bu konu çok önemlidir! Karşınızdaki insana adı ve unvanıyla hitap etmek ona verdiğiniz değeri gösterir. Ve bu değeri vermişliğinizi ona hissettirir. Lütfen bu hususta hem kendi, hem de karşınızdaki kişi adına daha dikkatli ve daha gayretli olunuz! Sn. Vakıf Başkanı’nın kendisinden Allah razı olsun; çok duygulandı…! Bana dönerek:
“Bir öğretmen böyle bir konuyla ilgilenmiş de (neden ilgilenmesinmiş ki !?) bize gelmiş… Bu durum bizim için hem eksikliktir, hem kamçıdır, hem destektir hem de en büyük bir görevdir.” dedi ve devamla bana;
“Hocam, biz bir camiye en fazla (o günün şartlarında ve parasıyla) 1 milyon lira yardım yaparız; fakat sana 2 milyon lira veriyorum…! Hem de derhal…! Ben Torbalı Müftüsüyle işin gereği için şimdi hemen temas kurup parayı da hesaplarına hemen havale ettireceğim. Sen müsterih ol; bu andan itibaren iş bizim…! Yalnız yardımlarınızı siz de esirgemeyiniz!” dedi.
Kendilerine teşekkür edip oradan ayrıldım. Ankara’da işlerimi bitirip Torbalı’ya döndüğümde köye gitmeden doğruca Torbalı Müftülüğüne çıktım.
Kendisinden Allah razı olsun ve yine kendisine hayırlarla dolu nice ömürler nasip etsin; zamanın Torbalı Müftüsü Osman Şahan Hoca’m oradaydı. Ve para çoktan gelmiş, kendileri de gerekli faaliyete başlamışlar ve beni beklemekteydiler. Sanki bir haltmışım gibi; kendi şahsıma!
Konuştuk. Yakın zaman sonra oradan ayrılmak durumunda olabileceğimden bahisle kendisinden işi, yani cami inşaatını tamamlamasından öte oraya idealist bir din görevlisi göndermesi ricasında bulundum.
Öptü başının üstüne koydu ancak bu görevi bizzat kendisi tamamladı!
Ben henüz Gül Köyü’nden ayrılmadan bahsini ettiğim köy odası önündeki boşluğa elbirliğiyle ve o parayla, Camii’nin kaba inşaatını yapıp bitirdik.
Nihayet ben köyden ayrıldıktan sonra, Sayın Müftü’m, Osman Şahan Hoca’m, yine Sayın yardımsever Torbalı halkının katkı, yardım ve gayretleriyle konu Camiyi çok kısa bir sürede tamamladılar.
Dediğim gibi, Köy’ün idealist imam-hatiplik görevini kimselere emanet edemeyen Sayın Müftümün bizzat kendileri tamamladılar inşallah o görevi!
Durum böyle olunca, ilçemizin Gül Köyü hakikaten kimlik buldu ve güldü.
Osman Şahan Hoca’m ise Müftülükten çoktan emekli oldu ve Torbalı’da yaşar.
Müftülükten emekli oldu ama boş durduğunu sanmayın: çok çalışır! En önemli işi ise nefis mücadelesidir.
Siz O’nu bir görseniz…?
Sanırsınız ki çekingen herkese el pençe divan duran bir adam!
Ama hakikaten öyle sanırsınız!
Yalnız bu türden hal ve hareketleri onun çekingenliğinden veya kişilik zafiyetinden yaptığını sanmayın. O mütevazıdır. Bunun da ötesinde gerçek bir nefis terbiyecisidir. İşte şu an iştigal ettiği, son ve en önemli işlerinden birisi budur!
Anlayacağınız: “Nefsini terbiye ediyor beyler, nefsini!”
Bu noktadan hareketle ülkemizde yaşayan Kürt kardeşlerimizin kimlik sorununa sadece atıf yapıp, buna bağlı olarak ana konuma dönüş yapacağım.
Ben ilk öğretmenliğimi Ağrı, Tutak, Damlakaya (meter) Köyü ve İlkokulu’nda yaptım. Ora’sı bir Kürt köyüydü. Bu köyün kurucusu, ta Yavuz Sultan Selim zamanında İran Şia’sı (Şiiliği) ile savaşmak üzere bölgeye devlet tarafından gönderilmiş bir Osmanlı birliğinin komutanı Şeyh Osman Efendi adlı bir Osmanlı askeriydi. Demek isterim ki köylülerin hepsi mert bir adam evladıydı.! Zaten köyün orijinal adı “Meter”, hep mertliği anımsatır bana.
Benim Ora’da çalıştığım zamanlar ilk gençlik yıllarımdı; belki de çocukluk! Mertliği ve delikanlılığı onlardan öğrendim ben. Öğrendim diyorum ancak inşallah öğrenmişimdir. Siz yine de benim mertliğime pek kulak vermeyin; belki sadece talebeyim. Ama onlar hakikaten yiğit, mert ve delikanlı insanlar. Üstelik de oldukça vakur (ağırbaşlı) ve olgundurlar. İç içe iki koca yıl geçirdik o köyde onlarla birlikte.
İlişkimiz hala sürer… Bu insanlar kişiliği oturmuş kimliğini sağlamca bulmuş insanlardır. Meterlileri sadece Ağrı İli değil, o havalenin tüm halkı da, yörenin devlet erkanı da gayet iyi bilir ve iyi tanır. Bu insanlar yiğit ve mertliklerinin yanında gerçekten ağırbaşlı insanlardır. Gerek maddi yöntemlerle olsun, gerekse manevi yöntemlerle; kimseyi ezmeye kalkmamışlar, ezmemişler ve kimseye de kendilerini ezdirmemişler, ezilmemişlerdir. Başı dik ve onurlu insanlardır hepsi!
Haksızın yanında yer asla almış değildirler. Tam tersine sürekli haklının yanında yer almışlardır. Kimseye haksızlık yapmamışlar, kimseye de kendilerine haksızlık yaptırmamışlardır. Şirret ve çiğ işleri sevmezler. Kendilerine bu tür ve haksız biçimde davrananlara, yani çirkeflik yöneltenlere kesin, net ve kararlı biçimde gerekli tepki ve cevabı derhal vermişler, işin icabını çekinmeden yapmışlardır. Kendilerini güçlü biçimde savunup, karşı tarafı bertaraf etmesini her zaman bilmişlerdir. Bu nedenle o havalede kimse onlara olumsuz manada kolay kolay bulaşamaz. Hatta hiç bulaşamaz!
Hepsi misafirperver olup, garibin yabancının elinden tutan insanlardır. Üstelik tanıdıklarının değil tanımadıkları garibin, yalnızın ve yabancının elinden yüreklice tutan insanlardır. Güvenen ve güvenilen tiptedirler.
Bunları anlatmış olmakla, “Çürüme” adlı kitabımın konularımdan olan toplumumuzdaki “Güven Bunalımını Çözen Vaiz.” Başlıklı yazımdaki bölüme bir gönderme yapmak arzusundayım. Lütfen mesajı alınız!
Ayrıca Meterliler çalışkandırlar; akıllıdırlar ve bir çok alanda yeteneklidirler. Okula ve okumaya aşıktırlar. Çocukları da öyle… Ben Ora’ya vardığımda okulları kendilerinin büyük ısrarı karşısında ancak henüz yapılmıştı. Birlikte çalıştığımız öğretmen arkadaşım, çok sevdiğim ve o zamanlar solcu olan, Lüleburgaz’lı Bekir Gülsün kardeşim ve ben, sanırım onların ikinci dönem öğretmenleriydik. Elimizden gelen gayreti gösterdik. O yıllarda okuttuğumuz öğrencilerimizin hemen hemen hepsi, öğretmen, doktor, avukat, mühendis, öğretim görevlisi, memur ve sair mesleklerde iştigal etmektedirler. Sair köy halkı kendilerini memleketin dört bir yanına yönlendirmiş, halkımıza faydalı çok ciddi ekonomik faaliyetler içindedirler. Allah hayırlısıyla daha çok versin; halleri vakitleri evvel Allah çok çok iyidir. Benim orada bulunduğum dönemle mukayese dahi götürmeyecek derecede iyidir. Ayrıca bunları hayra sarf etmeyi de iyi bilip becerdiklerini belirtmek isterim. Olabildiğince de alçak gönüllüdürler. Övünmeyi asla sevdikleri gibi, kendi olumlu yönlerini anlatırken hep başkasına atfederek (mal ederek) anlatırlar. Kendilerini olumlu yönden anlatmaktan hicap (ar, utanma) duyarlar.
Onlar kendilerini ta Nuh Peygamber’in oğlu Yafes’in çocukları olarak hep Türklerle kardeş bilmişler, (Malum efsaneye göre Türkler de Yafes’in Türk adlı bir evladının neslindedirler) Malazgirt’ten bu yana süren kaynaşma ve dayanışmaya önem vermişler, her zaman ve her yerde Atatürk Milliyetçiliği anlamında bir milli devlet bilinci içinde olagelmişlerdir. Onların yukarıdan beri anıp geldiğim bu özellikleri ta baştan beri baki olup, bunu herkes bilir ve ona göre davranır.
Yukarıda zikrettiğim “vakur-vakar” (ağırbaşlılık) kelimelerini ilk kez onlardan duydum ben…! Ve öğrenmeye çalıştım. Fakat aceleci ve telaşlı kişiliğim bu hususta beni pek başarılı kılmadı.Buradan hareketle söylemek isterim ki; ülkemizin şu an yaşadığı Kürt vatandaşlarımızla ilgili bir kısım sorunların çözümünde özellikle Meter’liler ve aşağıda anacağım Küre Köylülerin durumu, konumu kimlik ve kişilik özellikleri incelenmelidir. Onların kısaca bahsini ettiğim ve edecek olduğum bu halleri sözünü ettiğim sorunun çözümüne katkı bağlamında örnek ve model alınması gereken bir durumdur. Dediğim gibi Meterliler de aşağıda zikredeceğim Küre Köylüleri de kişilik ve kimlikleri her yönüyle ve olumlu anlamda yerine oturmuş insanlardır. İnşallah bu konuyu ileride Meter’lilerle Küre’liler merkezli bir kitap çalışmasıyla irdeleyeceğiz. Ve ülkemizin bu alandaki sorunlarının çözümüne bu açıdan bir kısım önermelerde bulunup, katkı yapmaya çalışacağız!
Dolayısıyla konunun bu yönü basite alınmayıp önemsenmelidir. İşin sırf bu cephesinin çözümü bile ülkemiz üzerindeki kara bulutları dağıtmak noktasına çok ciddi katkılar yapacaktır. O nedenle andığım cepheden gelen sorunları çözmek konusunda top yekun çalışılmalıdır. Daha doğrusu bu yöndeki çalışmalar daha da artırılmalıdır.
Ülkemizde akan kandan kimseye bir fayda yoktur. Kimlik bunalımını bahane ederek bu kanı akıtan, akan bu kanımızdan gerek ülkemiz içinde, gerekse dışında faydalanan odak ve insanlar hangi cenahtan olursa olsunlar haindirler. Bu dahi herkesin malumudur. Ancak bizim vurgumuz, işin kişilik ve kimlik sorunu boyutunun ciddiye alınması yönünedir.
Sapla saman birbirine karıştırılmamalıdır. Ülkemizin bazı yörelerinde Kürtlere dönük dışlayıcı ve horlayıcı tutumlar terk edilmelidir. Kürt vatandaşlarımızdan kimlik sorunuyla karşılaşanların bu sorunu aşabilmeleri yönünde kendilerinden hiçbir yardım esirgenmemelidir! Gerçi ülkemiz insanı bu durumun farkındadır. Yalnız demem o ki bu yöndeki zaaf noktaları da kapatılmalı, çalışmalar çoğaltılmalıdır.
Ne demek istediğim iyi anlaşılsın diye konu ettiğim çocuğa örnek kabilinden bir ad koyalım:
Ben süre olarak hayatımın ağırlıklı bölümünün çoğunu Ege Bölgemizde ve özellikle İzmir İli’nde geçirdim. O nedenle burayı daha çok bilir, tanırım. Buraya ilk gelişim 1970 yılının güzü idi. Sonra 1974 yılında bahsini ettiğim Meter’den ayrılınca Ödemiş Küre Köyü’ne geldim ki 12 Eylül 1980 öncesi yaptığım üç yıllık bir, Konya-Bozkır-Taşbaşı Köyü ve İlkokulu maceram hariç, o zamandan beri aşağı yukarı buralardayım.
Küre Köyü dedim de; dağların arasında, zor ve çetin ekonomik koşullar altındaki, ah o gönül tatlısı, mütevazı, alçakgönüllü, paraları az da olsa gözü gönlü tok, sabırlı, metanetli, insan canlısı,konuksever ve gerçek manasıyla uygar insanların köyünü anmadan geçemeyeceğim.
Ki bu Köy ile Meter Köyü üzerinde inşallah nasip olursa ileride, “Çürüme” adlı çalışmamızdaki anlatımlarımızdan ayrık olarak “Erdem” üzerine bir çalışma yapacağım. O çalışmada bu köyleri ve konum, tavır ve tarzlarını insanlığa bir erdem, bir uygarlık numunesi olarak sunacağım. Şimdilik buraya sadece, az yukarıda Metertrans Firması’nın birer resmiyle, Meter Köyü Eşrafından olup Soyadı gibi aslan, Fadıl Aslan Abi’mle birlikte ikimizin resmini verdik. Ayrıca aşağıda Küre Köyü köy kıraathanesini işleten aynı köylü, uygar, cesur ve mütevazı hanım, Kadriye Kırıcı’nın iki adet resmini sizlere onur duyarak takdim etmekle yetinip, konuma döneceğim.
(Anılan resimler konu girişindedir)
Bu noktada, yaptığım kısa açıklamalar çerçevesinde yukarıdaki resimlere sadece bakıp üzerinde düşünmenizi öneriyorum…
Hani, “Çocuğun adını koyalım.” demiştim ya, işte şimdi o konuya dönelim. Benim buralara (İzmir Havilisi) geldiğim yıllarda bazı insanlar maalesef, , İç Anadolu’dan yöreye çalışma amaçlı gelen parasal ihtiyaçlı insanlarla yine buralara yerleşmiş olanlara “gırlı” (kırlı) derler, kınar ve küçümserlerdi. Hatta “Kırlı Aşı” namıyla bir kısım yemekler dahi yaparlardı. Şimdilerde o kırlılarla güya yerliler uzlaşıp kaynaştı. Ancak andığım bu, vb. tavırlar bitmedi. Sadece yön değiştirdi; son yıllarda yöreye gelen Kürtler’e yöneltildi. Bilinçli yada bilinçsiz, isteyerek yada istemeden şeklini ve içeriğini hepimizin bildiği bir kısım aşağılayıcı ve dışlayıcı tavırlar ortaya kondu. Elbette bunda herkesin payı vardır. Yine de erişilen bu nokta elbette yanlıştır.
Yukarıda Meterliler hakkında anlattıklarım da gösteriyor ki bu tavrı kişiliği oturmuş insanlar zaten sergilemez. Bir de bu tavır kişiliği oturmuş insanlara tesir etmez.
Lakin bu tavrın tesiri altında kalanlar da vardır, yapanlar da… Bunu hepimiz biliyoruz… Bu olmaması gereken bir durumdur. Bu tavır dahi toplumsal barışa zarar verir ve veriyor..! Akan kanda bu tavrın da payı olduğu muhakkaktır.
Yalnız ne mutlu ki halkımızın ekserisi bu durumun bilincindedir. Ancak benzeri aksaklıklar giderilmeye çalışılmalıdır. Bizimkisi şimdilik sadece konuya bir işarettir. Milletimiz dış güçlerin oyununa gelmemiştir; inşallah gelmeyecektir de...
Allah milletimize yardımcı olsun.! Ve Allah Milletimize zeval vermesin.! Burada “Kimliğini Arayan Köy” başlığı altında kaleme aldığım bölümü kısacık irdelemekte sayısız amaçlar güttüm. Bu amaçlardan belki en önemlisi bu kitabın amacı doğrultusunda ortaya olumlu örnekler koymaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder