E- Atatürk’ten Allah Binlerle Razı Olsun:
O kendisi fazla dindar olmasa da dinimizi çok iyi bilen bir liderdi. Devletimize ve dinimize yaptığı katkılar ve aldığı bunca dualarla inşallah, Allah taksiratını affetmiş cenneti çoktan bulmuş olmalıdır…
Konumuzla ilgisi bakımından evvela şunu belirtmek isterim ki Atatürk; Bakara Suresi. 282. ayet hükmünü ciddi bir biçimde yerine oturtmuştur. Artık buradan kaçış olamaz!
Yukarıdan beri ispat ettik ki nikahın yazılması Kuran açısından zorunludur. Bu yazılma işi nikahın farzıdır. Yetkili katip tarafından yazılmayan bir nikah, Kuran’a da uygun olamaz. Nikah da olamaz. Çünkü Kuran’sal farzları tamamlanmamış olur. Farzlarının tamamı yerine getirilmemiş olur. Bu hal, bir bütünlük arz eden nikahı nikah olmaktan çıkarır.
Dolayısıyla farzlarına uymadığınız halde; “Bizim Allah yanında nikahımız var.” demek büyük bir günahtır; daha doğrusu küfür yoludur. Gerçeği örtmektir. İşte bu örtünün altında da büyük bir çürüme oluşuyor.
Gerçeğin örtülmesine aynı zamanda küfür derler. Daha doğrusu küfür demek; gerçeği örtmek demektir. Kafir diye de gerçeği örtene derler…! İşte bu örtme işini yapanın kafir olma ihtimali büyüktür.
Lütfen beyler; eğri oturalım; doğru konuşalım! Ve dikkat edelim! Anlayalım; anlatalım.!
Atatürk’ün konu ayet hükmünü yerli yerine oturtmuş olması dinimize ve toplum düzenimize çok büyük bir hizmet olmuştur. Bu husus gayet iyi bilinmelidir. Atatürk; Öncelikle her şeyi yerli yerine oturtmaya çalışmıştır. İşte “laiklik” ilkesi de bu bakımdan elzem olmuştur. Laiklik ilkesi sadece devlete lazım olan bir ilke değildir. “Belki dinimiz için daha büyük bir gerekliliktir. Dinimizin olmazsa olmazlarındandır.” demek yerinde olur. Halin icabı, işin gereği budur.
Çünkü siyaset dine, din siyasete bulaşınca, sadece siyaset kirlenmekle kalmaz; asıl din kirlenir! Nitekim olan hadise de budur! Dinimiz üzerinde siyasetin ve geleneğin etkisi çok fazladır! Bu nedenle de, dinin gerçeği adeta görülemez haldedir.! Bu durum karşısında da, halk arasında dini bilemeyip, din yerine bir kısım siyasi ve örfi şeyler yaşayanların sayısı oldukça fazladır. Aynı şekilde bu yaşananları dinin gerçeği sanıp ondan uzaklaşanların sayısı da! Ve işte bunun içindir ki Atatürk, aynı zamanda dinimizi, siyasetin bulanık sularından çıkarmak istemiştir. O’nu, gelenekselleşen din ve dincilerin tasallutundan yani başına musallat (bela) olmasından kurtarmak istemiştir.
O’nun gayesi, sadece devleti dinden korumak değildir. Asıl ve ana gayesi; dinimizi her türlü kirlenmeden ve örtüden korumak olmuştur.
Bu durum böylece bilinmeli; Atatürk’e, “laiklik” ilkesini getirdiği için; sırf devlet ve toplum düzenimiz açısından değil, dinsel hayatımız bakımından da “Allah O’ndan binlerle razı olsun!” denilmelidir.
Bu nokta şu açıkça belirtilmelidir ki;
Elbette bu dinin tebliğini ve en güzel uygulamasını Peygamber Efendimiz yapmıştır. Sonra da dört kişilik artgelen, yani Dört Halife yapmıştır en güzel ve doğru uygulamayı. Ve dinimize hizmeti…
Sonra bilindiği ama, dillendirilmediği üzere Peygamber Efendi’mizin kurduğu ve benim adına “Medeni Devlet” dediğim devlet maalesef yıkılmış ve parçalanmıştır.
Hem de Peygamber Efendi’miz ve dostlarına onca eza ve cefayı yapan Mekke Site Devleti yöneticileri ile taraftarları tarafından… Peygamber Efendi’mizin en yakın dostlarını şehit edenler tarafından…
Ve bunlar yönetimi ele geçirdikten sonra da benzer eylemlerini sürdürmüşler; Kerbela’yı yaşatmışlar, Kabe’yi mancınıklarla taşa tutmuşlardır!
Bunların hepsi aynı zihniyetin adamlarıdır.
Hem de bunları nasıl yapmışlar..?
Kuran suiistimali ve kullanımı ile…
Peygamber Efendi’mizin Kurduğu ”Medeni Devlet’i” yıkmışlardır. Yıkmışlardır da ne olmuştur? Yerine Arap milliyetçisi, gelenekçi, durağancı ve din kullanıcısı, dinimi halkın afyonu haline getirebilecek bir zihniyet ortada arzı endam etmeye başlamıştır!Biz burayı fazla dağıtmayacağız!
Elbette onlar içinde de dinimize ve insanlığa hizmet edenler çok olmuştur. Lakin ana kırılmanın etkileri günümüzde dahi sürüp durmaktadır!
Maalesef şu çalışmalarda yakındığımız hususların ana kaynağı işte bu “Medeni Devlet’in” yıkılmasıyla ortaya çıkmış olgu ve olaylardır.
Bahsini ettiğim, dinimizde yaşanan bu Ümeyye kırılmasından sonra; Dinimize en büyük hizmet Atatürk’ten gelmiştir.!
Ne yazık ki başlattığı hareketi tamamlamaya Atatürk’ün ömrü vefa etmemiş, Tüm devrimlerinde olduğu gibi bu alandaki devrimi ve Dinimize olan hizmeti de kesintiye uğramış, tamamlanamamıştır…!
Eğer değindiğim hareket tamamlanabilmiş, O’nun açtığı çığırdan gidilebilmiş olaydı, bu gün birçok camimizde ve sıklıkla dinimiz yerine, Kuran yerine, bir alay efsane, masal, maval, martaval, hikaye, rivayet, siyaset, hamaset, şahsi kanat, örf, hem de Arap örfçülüğü, daha doğrusu Peygamber (s.a.v) ve Ehlibeyt düşmanı Ümeyye örfçülüğü ve Arapçılığı dinlemiyor olacaktık: Çünkü anılanların bunların hiç biri din olmadığı gibi dinin konusu da değildirler.
Ve Atatürk’ün dine yaptığı hizmetler olmasaydı hiçbir cami imamının hocalığının önüne diz çökmemiş olan garip Mehmet Duran dinini bilmiyor ve anlamıyor olacaktı! Ve o masalcılarla, örfçülere kanacaktı.!
Yada safsata felsefelerin peşine takılıp yanacaktı!
Sonuçta ise ortada dönüp duran şu laikçilerden yada dincilerden biri olup çıkacaktı! Bu minval üzere bilip, hayatına böyle uyguladığı için bir kısım çevrelerce kendisine ağız dolusu sövülmeyecekti!
Dediğim gibi Atatürk’ün, bu alanda dahi yaptığı hizmetler hem çoğu insan tarafından bilinememiş, algılanıp sürdürülememiştir. Dolayısıyla da tamamlanamamış, hatta durdurulmuştur. Üstelik de bu hizmetler inkar edile gelmiştir…! Daha da öteye gidilip bazı çevrelerce adeta sövülmüştür. Sonuçta şu laiklik kavramı, ne laikçilerce, ne dincilerce, ne de toplumun bir kısım önderince doğru dürüst anlaşılamamış ve ortada bir kördöğöşü olarak kalakalmıştır.Yeri gelmişken işin hiçbir hamaset ve siyasetine kaçmadan açıkça söyleyelim ki; Atatürk’ün ülkemiz insanı için açmış bulunduğu her alandaki yol pek de takip edilememiştir.
Dağlara taşlara “Atam izindeyiz?!” yazılmış ve birçoğumuz gerçekten de bir güzel izne çıkmışlar; izin yerlerindeki, izin günlerini hamaset ve siyasetle geçirmişler, milletin kafasını iyice bulandırmıştır.
Atatürk’ün açtığı yol ve güya Atatürkçülük dahi bazı çevrelerce suiistimal ile kendilerine kalkan edinilmektedir.
Bugün O’nun açtığı çığırdan gidebiliyor olsaydık hiçbir şeye ve hiçbir ülkeye peyk olunmayacak, Çağdaş olmayı medeni olmak sanmayacak, ülke ve insanımız tam bağımsızlık ve medeniyet yolunda ilerleyecektik!
Okurken midem bulandı
YanıtlaSil